8 yıl sonra ilk ortak röportaj
01 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
8 yıl sonra ilk ‘ortak’ röportaj
Yavuz Turgul ve Şener Şen, Eşkıya’dan sonra ilk kez ‘Gönül Yarası’nda buluştu. İkili ‘Beğenilmek hayatımızı zorlaştırıyor’ dedi.
Beğenilmek hayatı zorlaştırıyor
Yavuz Turgul’un yönettiği Şener Şen’in başrolünü üstlendiği ‘Gönül Yarası’ bugün 179 salonda birden gösterime giriyor İki arkadaş sekiz yıllık sessizliğe neden olarak, “Kendimize doğru dürüst işler yapmak için zaman tanımaya çalıştık” diyor.
Bütün hayatını Anadolu’nun ücra köşelerinde geçirmiş, bunun uğruna karısından ve çocuklarından bile vazgeçmiş idealist bir öğretmen… Kızıyla beraber eski kocasından kaçarak İstanbul’a gelen bir pavyon şarkıcısı… Onların kesişen yolları ve ‘Hayatımızın akışı kimin elinde? Bu akışa yön veren bir irade var mı, yoksa biz mi hayatımıza yön veriyoruz’ sorusunun cevapları… Türk sinemasında yeni bir dönem başlatan ‘Eşkıya’ filminden tam sekiz sene sonra Yavuz Turgul ve Şener Şen işte bu filmde; ‘Gönül Yarası’nda buluştu yeniden. ‘Züğürt Ağa,’ ‘Muhsin Bey’ ve ‘Eşkıya’ gibi Türk sinemasının en iyi, en sarsıcı filmlerine imza atan ikili, ilk kez bir araya gelerek filmi ve son derece mütevazı beklentilerini anlattı. Röportaj vermeyi sevmeyen, fotoğrafı çekilmesin diye kaçıp gittiği odalardan ısrar kıyamet çağırdığım Yavuz Turgul, bu kez konuştu. Hem de Şener Şen’den daha çok!
HER FİLM AYRI İMTİHAN
Herkes şu konuda hemfikir: Şener Şen sekiz yıldır bir filmde oynamıyorsa kötü filmlerde oynamadığı içindir. Bu filmde oynamışsa iyi filmdir… Ve Yavuz Turgul film çekiyorsa mutlaka iyidir. Bu durum insanda nasıl bir ruh hali yaratıyor?
YAVUZ TURGUL: Bu bizim için düşünülen şeyler güzel de… Pek fazla bunu amaçlayarak bir şey yapmıyoruz. Böyle düşünen varsa teşekkür ederiz (ikisi de birbirine bakarak gülüyor). Bence böyle düşünmeleri bize karşı olan sevgilerinden kaynaklanıyor. Çünkü her film ayrı bir maceradır. Bir önceki filmin güzel olması bir sonrakinin iyi olacağını göstermez. Hepsi ayrı bir imtihan. Bir imtihana çıkıyoruz biz!
Bu duygu sizi rahatlatıyor mu, yoksa telaş mı yaratıyor filmi yaparken?
YT: Zaten sekiz yıldır bir şey yapmamamızın arkasında yatan şey de, doğru dürüst bir şey yapacak zaman tanımaya çalışmaktı kendimize. Şener de öyle çok fazla film yapmaktan hoşlanmıyor ama iyi projelerde olmak istiyor. Diğer röportajlarından anladığım kadarıyla öyle bir projeyle de karşılaşmadı. Bu şey zaten giderek bizim için hayatı zorlaştırıyor. Bu kadar sevgi, güven ya da beğeni, tam tersine bizim hayatımızı zorlaştırıyor, kolaylaştırmıyor.
ŞENER ŞEN: Biz bilinçli bir seçimle bunu yapmıyoruz. Ama n’apalım ki ortalıkta başka bir şey yok (gülüyorlar yine).
MUHSİN BEY’E BENZESİN!
YT: Şener açısından yani…
ŞŞ: Proje yok cidden! Bunu açık yüreklilikle söylüyorum. Bakınıyorum ama olmuyor. Bundan şu sonuç da çıkabilir: Biz farkında olmadan aynı görüş açısıyla, aynı estetikle, aynı sinema anlayışında birleşen iki arkadaşız. Ben Yavuz’un sinemayla ilgili söylediği her şeyden heyecanlanıyorum. Yavuz’un bilmiyorum, belki bensiz de bir takım projeleri var. Ama rastlantı bu ya, birkaç iş bana denk geldi. Ama kötü de olmadı, gayet hoş oluyor. Bu artı bir sorumluluk tabii. Bizi de kıpırdamaz hale getiriyor. Böyle bir yükümlülüğü de var.
Hayal kırıklığına uğratmaktan korkar mısınız hiç?
YT: Tabii ki.. Mesela Muhsin Bey’den sonra biz iki film yaptık, ikisinde de başka başka filmler çıktı ama insanlar ‘Muhsin Bey’i bekliyordu. Ve ‘Muhsin Beygibi değil’ dediler! ‘Muhsin Bey’ beklentisini ancak ‘Eşkıya’ kırdı. Ama bunu da tehlikeli buluyorum, çünkü özgürlüğünüzü elinizden alıyorlar. Bizim her türlü şeyi yapabilmemiz, her türlü yola girmemiz lazım. Çıkmaz sokaklara bile girebilmemiz lazım ama giremiyoruz. Yani o hayal kırıklığı filan dediğiniz şey çok berbat! Ne yapalım hayali kırılıyorsa, kırılsın yani! Bu anlamda bu kadar bağımlılık iyi değil. Yani biz çok farklı, çok deneysel, çok farklı alanlarda irkiltici filmler de yapabilmeliyiz.
Yani seyirci tepkisinden çekinip yapamadığınız işler oldu mu?
YT: Birincisi seyirci tepkisinden korkmam! Çok isteyerek, severek yaptığımız bir şeyin bize bu kadar mal olması iyi değil; bunu anlatmaya çalışıyorum. Evet biz bunların hepsini yaptık belli bir ilişkiye girdik seyirciyle. ‘E hadi bakalım seyirci, bize müsaade’ diyebilmemiz lazım. ‘Seyirci, senin çok fazla hoşlanmayacağın bir proje var, ne yazık ki biz bundan hoşlanıyoruz’ dememiz lazım. Bunları demek için ille de aykırı filmler yapmak da şart değil. Ama bu bağlılık; seyirci-yapan-izleyen arasındaki bu samimiyet yapanı fazla bağlar hale gelmemeli.
HER LEZZETTEN OLSUN!
Artık aykırı ve genç yönetmenlerin, süper tempolu filmlerin, korku filmi, uzay filmi gibi yeni türlerin çok talep gördüğü bir dönemde Türk sineması. Siz de bunun karşısına eski Türk filmlerinde olduğu gibi bir pavyon kadını, ona aşık bir adam gibi ‘klâsik’ belki de ‘klişe’ bir konuyu koyuyorsunuz. ‘Hikâye benzeyebilir ama nasıl anlatıldığıdır önemli olan’ diye mi düşünüyorsunuz?
YT: Bununla ilgili bir şey düşünmedik ki! Bir hikâye çıktı ortaya biz de onun filmini yaptık. Yani eski Türk filmi, yeni Türk filmi, yeni trendler, komediler, falan filan… Şöyle bir şeyin olması daha iyi değil mi? Çok çeşitlilik var ortada. Korku filmi de yapıyorlar, uzay filmi de… Tamamen kırsal kesimde geçen filmler de… Bir tane de böyle film çıkıyor. Hep benzer filmler mi çıksın? ‘Hadi o çok tuttu, ondan bir tane daha yapalım’ yerine her tür film var. Herkes istediği lezzeti gitsin istediği filmde bulsun!
ÇOK AZ KÜRTÇE BİLİRİM
Gönül Yarası’nda ‘Bazı şeyler bizim elimizde midir, kader mi hayatımızı yönlendiriyor’ sorusunu da soruyorsunuz. Filmin sonunda bulduğumuz cevap sizin inandığınız şey mi?
YT: Filmden ne anlıyorsanız o!
ŞŞ: Bana sormayın. Bizler icracıyız, müzik aletini iyi çalabiliriz ancak! Beste yoksa ortada çalamayız. Ama bence iç içedir bazı şeyler; insanın yapabildiği şeyler de vardır, yapamadığı şeyler de…
Filmde Kürtçe konuşuyorsunuz. Biliyor musunuz Kürtçe?
ŞŞ: Çok az. Ben gerçekten Nazım (filmde oynadığı karakter) gibi biraz Doğu’da öğretmenlik yaptım ama onun kadar sonunu getiremedim. 2.5-3 yıl kadar sürdü. Açıkçası bilmiyorum Kürtçe’yi ama kulak yatkınlığı var.
Filmde Kürt sanatçı Aynur’a da bir Kürtçe şarkı söyletiyorsunuz. Kürt müziğine sempatiniz mi var?
Benim isteğimle alakalı değil, hikâye öyle bir şey istiyordu. Biz de koyduk. Bir Ermeni şarkısı da var filmde.ŞİRİN SEVER
İnternetten alıntıdır.
278 defa okundu.
Şener Şen’le Nefis Bir Röportaj
01 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar

* ‘Ali Osman’ gibi adamlar kaldı mı? Siz, ortalıkta böyle adamlar görüyor musunuz hâlâ?
‘Ali Osman’ eskiye ait bir adam. Günümüzde değişen insanlar, değişen değer yargıları ve buna bağlı olarak değişen toplumda ‘Ali Osman’ gibi adamlar yok oldu; eskilerde kaldı. Günümüzü yansıtan simge ise ‘Kabadayı’da Kenan İmirzalıoğlu’nun canlandırdığı ‘Devran’ oldu. Organize suç örgütlerinin insanlarını ‘Devran’ sembolize ediyor. Bir başka deyişle geçmişte kalan ‘Ali Osman’ın karşıtı günümüzün ‘Devran’ı oluyor.
ENAYİ DİYE BAKIYORLAR
* Günümüzde hala ‘Ali Osman’ gibi adamlar olsaydı; sizce nasıl bir toplum modelinin içinde yer alırdık?
İyiler kazansın diye bir temenni var. Çünkü iyilerin kazanması izleyiciye iyi geliyor. Ne var ki hayat böyle değil; hayat acımasız. Hem de çok acımasız. Hayatta ürkütücü olaylar var. İyiler istedikleri sonuca ulaşamıyor. Ali Osman gibilere günümüzde enayi gözüyle bakılıyor. Toplum ekonomik ve sosyal şartların büyük bir hızla değişmesiyle birlikte, büyük bir değişim içinde. Dünya köy haline geldi, teknoloji davranışlarımızı değiştiriyor. ‘Ali Osmanlar’ın var olduğu bir dünyaya dönemeyiz. Öyle bir dünyaya sadece filmlerde rastlarız.
* ‘Ali Osman’ tövbe etmeden önce şiddet uygulayan, cinayet işleyen bir adam. Böyle bir adam neden kahraman olarak algılanıyor?
Ali Osmanlar tabii ki sütten çıkmış ak kaşık değil! Geçmişleri belalarla dolu. Bu tip adamların kendilerine göre bir adalet anlayışı var. Bu anlayış güçsüzün yanında olan bir anlayış. ‘Ali Osman’ gibi insanlara duyulan saygının nedeni de biraz budur. İnsanlar ondan korktukları için değil, haklı olanın yanında olduğu için saygı duyuyor. Bir korku duyuluyor ama herkes şunu da iyi biliyor ki; haksızlık yaparsa başına Ali Osmanları bela edecek! Kahraman olarak algılanmasının nedeni; güçsüzden yana olması. Çünkü sadece güçsüz olanların kahramanları vardır.
NESLİM TÜKENDİ
* ‘Ali Osman’ın çocuğunun annesi, sevdiği adamın ikinci evliliğine zarar vermesin diye ortalıktan kaybolmayı göze alacak kadar fedakar. Günümüzde böyle bir durum yaşanabilir mi?
‘Ali Osman’ gibi adamların etrafında ona benzeyen insanlar var. İlişki kurduğu kadınlar da karakter olarak ona benzer. Ali Osmanlar varsa; kadınlar da onun gibi mert ve fedakar olur.
* Siz hayata nasıl bakıyorsunuz?
Benim felsefem karmaşık değil. Nasıl bir oyuncuysam hayata bakış açım, ideolojim, felsefem de öyle. Yani parasal karşılığı ne olursa olsun, insanlara en küçük bir yararı bile olmayacak yapımlarda yer almıyorum. Çünkü insanlar benden ve içinde bulunduğum yapımdan bir beklenti içinde. Biliyorlar ki; bir şekilde hayatlarına küçücük de olsa bir anlam kazandıracağım. Robert Bosch’un dediği gibi ‘İnsanların güvenlerini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim’. Bu güven duygusunu yeniden hangi parayla kazanabilirim ki? Hangi para bu güven duygusunu telafi edebilir ki? Hayatı da işte bu felsefe doğrultusunda yaşıyorum. Başkalarına zarar verecek her hareketten kendimi sakınıyorum. Bu konuda ben de eskilerde kalmış, soyu tükenmekte olan bir adamım. İşte bu kadar basit!
DEĞERLERİM VAR
* Nasıl oluyor da günümüz sistemine ayak uydurmayan biri yeni neslin de kahramanı haline geliyor?
‘Gözünü aç, fırsatlardan faydalan, parayı bul ve kaç. Çıkarın neredeyse orada kal!’ İşte sistem buları empoze ediyor. Herkes de bunu biliyor. Hatta kişiliklerimize işlenen bu kötülüklerin yıkıcı olduğunu da kabul ediyorlar. Zor olan uygulamaktır. Ben uygulayabildiğim için seviliyor ve saygı duyuluyorum.
* Uygulayabiliyor olmanın bir sırrı vardır sanıyorum…
Benim değerlerim var. Yıllardır o değerleri korumayı başardım. Varlık nedenim sahip olduğum ve onları tehlikelere karşı sakındığım değerlerdir. Öyle hızlı yaşıyoruz, öyle çıkar ilişkileri içindeyiz ki; ‘değer sahibi olmak’ neredeyse imkansız hale geldi. Ben, o değerlere sahip olduğum, onları ne pahasına olursa olsun koruduğum için Şener Şen’im. Çünkü herkes o değerlere özlem duyuyor. Az olana özlem fazladır ve ben o özlemleri tatmin ediyorum.
PARAYI YADSIMIYORUM
* Oyunculuğa sizden 30-40 yıl sonra başlayan hatta rüştünü bile ispatlamamış olan meslektaşlarınızın sizden daha çok para kazanıyor olmasına isyan etmiyor musunuz?
Bu tamamen hayata bakış açımla ilgili. Ben asla parayı yadsımıyorum. Para elbette gerekli. Gördüğümden geri kalmamak, alıştığım bir yaşam tarzını sürdürebilmek için para gerekli. Ne var ki insanın arzuları da sınırsız. Otomobili olur, uçak ister. Evi olur bir tane daha ister. Ne kadar olursa olsun yine de ister. Bir türlü yeterli bulmaz. Kimseyi yargılamıyorum. Bu şekilde mutlu olanlar vardır. Onlara ‘Niye böyle mutlu oluyorsun?’ diyemeyiz. Benim mutluluk kaynağım para değil. Kazandığım paranın karşılığını vermek ve duyulan güveni devam ettirmek durumundayım.
* Hiç mi servet düşkünü değilsiniz? Reklam filmlerini paranız bittiği için çektiğinizi duydum..
Evet, param bittikçe reklam çekiyorum. ‘Eşkıya’ ile ‘Gönül Yarası’ arasında 8 yıllık bir dönem vardı… Allah’tan o dönemde ‘İkinci Bahar’ı çektik. Sonra ‘Gönül Yarası’ ile ‘Kabadayı’ arasında 3 yıl boşluk oluştu. Bu dönemde içime sinen senaryolar olmadığı için dizi de çekmedim. Gördüğümden geri kalmamak, alıştığım yaşam tarzını devam ettirmek için de reklam filmi çektim. Servet düşkünü olmak benim asla tatmak istemediğim gereksiz bir duygu!
‘Ali Osman’ ayrı, ben ayrıyım. Film kahramanı ‘Ali Osman’ın gönül işlerini bırakmasının üzerinden 25 yıl geçmiş. Benimse öyle bir durumum yok. Çünkü benim ilişkilerim oldu… İkinci evliliğimin bitmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Ama bu durum, son 10 yılın boşa geçtiği anlamına gelmiyor…
* Paparazziler peşinize takılsa ne tür tepki verirsiniz?
Geçen gün gazeteci arkadaşlarla karşılaştık… Üzerime doğru kameralarla koşmaya başladıklarında bende de bir kaçma refleksi oluştu. Sonra kendi kendime ‘Yahu ben niye kaçıyorum?’ dedim ve durup onları bekledim. Yanıma geldiler, fotoğraflarımı çektiler. ‘Yalnız mısınız?’ diye sordular. Ben de ‘Evet, yalnızım’ diye cevapladım ve biraz sohbet ettikten sonra herkes kendi yoluna gitti. Sonuç olarak ben; özel hayatımın irdelenmesinden hiç hoşnut olmuyorum. Hem istemiyorum, hem utanıyorum, hem de yaş bir hayli ilerledi. Artık benim gönül işlerimin cazip bir tarafı kalmadı.
Komedi istiyorum
875 defa okundu.
CEM YILMAZ ŞENER ŞEN İLE RÖPORTAJ YAPTI
19 Ekim 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Cem Yılmaz Şener Şen ile unutulmayacak bir röportaj yaptı. Radikal gazetesinde yayınlanan röportajda Şener Şen’in Cem Yılmaz’a attığı tokatın nedeni çok ilginç.
İşte yeni Radikal gazetesinde çıkan röportaj;
Cem Yılmaz: Başlıyorum o zaman… Büyük bir ifşaatla… Ben çocukken Şener Şen’i arkadaşım zannediyordum! Belli ki bir zamanı gelecek ve buluşacağız çünkü beni en iyi o anlar diye bir düşünce… 1979-80’lerde Arzu Film’in filmlerini canlandırmak üzere kostümlerin durduğu bir gardrobum vardı. Tosunpaşa için fes, Davaro için şalvar filan…
Şener Şen: Nereden buluyordun o kostümleri?
Cem Yılmaz: Diktiriyordu annem. Sonra eve bütün komşuları çağırır, “Haydi Cem Davaro’yu yapsın” derdi. Ben şalvarı giyer, filmin jeneriğinden itibaren sahne sahne oynardım. Tabii hep Şener Şen olurdum, onun repliklerini ezberlerdim. Sonra 1980’lerin ortasında 15-16 yaşlarındayken bir rüya gördüm.
Şener Şen: Hayırdır inşallah!
Cem Yılmaz: Tabii. Rüyamda sizinle bir tiyatro oyunundayız belli ki… Çünkü ikimiz de kostümlüyüz. Sizin kahküllü bir peruğunuz filan var. Geliyorum yanınıza, “Sahneye, şey, ben, acaba, ne taraftan..?” filan diye gevelerken, Çaatt! diye bir tokat indirip, Erol Taş havasında kahkahayı patlatıyorsunuz. Allah Allah diyorum, Şener Abi de filmlerde hiç kötü adam olmazdı, nereden çıktı bu tokat?!
Şener Şen: Rol icabıdır!
Cem Yılmaz: Evet abi mutlaka… Sonra sizinle 1995’te karşılaşmıştık, hatırlıyor musunuz? Size bu rüyayı anlatmıştım, bana tokat atıyordunuz demiştim. Siz de “Aaa sana el vermişimdir” demiştiniz.
Şener Şen: Biraz şiddetli vermişim.
Cem Yılmaz: Abi eminim sizin filmlerinizi izleyen milyonlarca insanın böyle tuhaf hikayeleri vardır ama sonradan ben komediyle uğraşan birine dönüşünce ayrı bir önemi oluyor bu hatıraların. Mesela Ozan’ın(Güven) da Şener Şen’i canlandırdığı kasetleri varmış çocukluktan kalan.
Şener Şen: Öyleymiş, İkinci Bahar setinde ilk karşılaştığımızda anlatmıştı.
Cem Yılmaz: Şener Abi, peki sizin çocukluğunuzda böyle örnek aldığınız biri var mıydı? Sizin için Şener Şen kimdi, babanız Ali Şen mi mesela?
Şener Şen: Babam konusu ilginçtir… Adana’da halkevlerinde oyuncu olarak yetişmiş. İstanbul’a 1950’lerde geldiğimizde babamın çok mesleği vardı. Hem fabrikada ustalık yapıyordu, hem de marangozdu. Ama Adana’dan kalan oyunculuk onu bırakmadı. Şimdi Ferhan Şensoy’un oynadığı Ses Tiyatrosu’nda Vahi Öz’ün grubunda oynarken babamı hatırlıyorum.
Cem Yılmaz: Ne oynuyorlardı?
Şener Şen: Yerli vodviller. Danslar filan edilirdi. Hatta bir oyunda parende attığını çok iyi hatırlıyorum. Tiyatroculuktan sinemaya 1959’da Yılanların Öcü’yle geçti babam. Ama beni tiyatro daha çok ilgilendiriyordu biliyor musun. Sinemaya gerçek anlamda merakım Arzu Film’le başladı. Ondan önce bütün hayatım tiyatroydu, büyüleniyordum. Zeytinburnu’nda gecekonduda oturuyorduk. Herkes kahveye giderdi, maça giderdi oralarda. Bense İstanbul’da ne kadar oyun varsa bulup izlemek derdindeyim.
Cem Yılmaz: Benim size özenmem gibi sizin Ali Şen’e özenmişliğiniz var mıdır?
Şener Şen: Erkek çocuk-baba ilişkisi başlı başına bir olaydır. Tabii özenirdim ama film oyuncusu olmasına değil, oyuncu olmasına.
Cem Yılmaz: Peki komediyle ilgilenmek, komik olmak çocuklukta bir mesele miydi sizin için?
Şener Şen: Komediye yatkınlığım vardı ama karakterim sakin ve durgundur. O yüzden daima komiklik yapmazdım. Sadece keyifli olduğum zamanlarda döktürürdüm. Bilmediğim coşkulu yanlarım ancak öyle çıkardı ortaya. Hala da öyle. Ama ben geleneksel aile yapısında büyüdüğüm için babamın ciddi bir otoritesi vardı evde. Onun yanında espri yapmak bir yana, konuşamazdık bile çoğu kez.
Cem Yılmaz: Öyleyse sizin benimki gibi “Cem şalvarı giysin de bize Davaro olsun” gibi anılarınız yok?
Şener Şen: Mümkün mü canım, yok öyle bir şey! Babam bana oyunculukla ilgili ne engel oldu ne de destek. Ben tiyatroyla ilgilendiğim zaman karışmadı, özgür bıraktı.
Cem Yılmaz: Ali Şen’i de bir sürü komedi filminde görmemize rağmen oyunculuğa komedi yapmak için başlamamış, siz de öyle?
Şener Şen: Doğru. Oyuncu olmaktı benim meselem ama komediye de yatkındım. O yanım da tiyatro oyunlarında yavaş yavaş öne çıkmaya başladı.
Cem Yılmaz: Peki sizin döneminizde komediye bakış nasıldı?
Şener Şen: 1967’de Şehir Tiyatrosu’na girdiğimde tiyatroda çok bilinen komik kişiler vardı: Vasfi Rıza, Gazanfer Özcan… Atacan Arsever jön-komikti.
Cem Yılmaz: Jön-komik… Yani hem yakışıklı hem komik. Benim gibi…
Şener Şen: Evet evet!
Cem Yılmaz: 60’lar, 70’lerdeki komiklerin itibarını merak ediyorum aslında abi… Ödül ve festival sözkonusu olduğunda komiklerin boynu bükük bir hali vardır ya, hep öyle miydi?
Şener Şen: Eskiden de öyleydi. Komedi hafif bir kategori olarak görülür her zaman. Halbuki komediyi başarmak çok başka yetenek ister, zordur.
Cem Yılmaz: Ama dünyanın her yerinde muamele böyle değil mi komik adama karşı. Komik daha underground bir itibara sahip.
Şener Şen: Bu neye benziyor biliyor musun? Edebiyatta çok satan yazarlar bir kesim tarafında küçümsenir, edebi değeriyle ilgili büyük bir soru işaretiyle dolaşır ya… Oyunculukta da komedi böyledir. Kitlesi geniş olanlara soru işareti konur, yapacak bir şey yok.
Cem Yılmaz: Rüştünü ispat edene kadar, ki burada rüşt ancak yaşla gelen bir şey, yabancı ülkelerde de komedyenlere şüpheyle bakılır. Örneğin Oskar törenlerinde çoğu zaman bütün töreni bir komedyen sunar, şovun bütün yükünü o sırtlanır. Ama onlar nadir ödül alır. Çok tuhaf.
Şener Şen: Ben mesela hayatım boyunca ödülü kafama takmadım. Bütün içtenliğimle söylüyorum. Önce kendimi mutlu etmem gerekiyordu. Yaptığım işten memnun muyum? Benim için ölçü bu. Memnunsam ödül varmış, yokmuş umurumda olmaz.
Cem Yılmaz: Sizi nasıl bir iş memnun ediyor?
Şener Şen: İnan sana bir formül ya da kriter söyleyemem. İşine, zamana, çalıştığım arkadaşlara göre değişir benim bir filmden aldığım tat. O kriteri belirleyen bir de şu var: Sen hayattan ne bekliyorsun? Hayatı nasıl algılıyorsun?
Cem Yılmaz: Hayatta ne yapıp yapmayacağıma karar verirken nasıl bir yol izliyorum biliyor musunuz abi? Örneğin, içimden bir ses tiyatro sahnesine uygun olmadığımı söyler hep. O sesi dinlerim ve heves etsem bile bazı şeylere hiç girişmem. Lisede bir vesileyle sahneye çıktığımda öğretmen bana “Sen! Ayrıl.. Çok güldürüyorsun arkadaşlarını, hadi bakiim” demişti. Anladım ki ekip ruhu gerektiren o iş bana olmuyor. Bir gün bile konservatuara gitmeye heves etmedim. Herhalde benim kabiliyetim buna yetmez diye düşünüyordum.
Şener Şen: Kesinlikle katılmıyorum, sende az bulunur bir sahne kabiliyeti var.
Cem Yılmaz: Dışarıdan baktığımızda biz sizin kariyerinizle ilgili her şeyin yolunda gittiği gibi bir hisse kapılıyoruz. Öyle miydi gerçekten? En başlarda hevesinizi kıran şeyler var mıydı?
Şener Şen: Hiç başıma gelmedi. Oyunculuk öyle bir meslek ki kendinizle ilgili şüpheye düştüğünüzde seyirciden hemen cevap gelir. Ya o şüpheniz doğrulanır ya da kuru bir vesvese olarak rafa kalkar, tozlanır. 16-17 yaşında İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken Cağaloğlu’ndaki Yeşilay Derneği’nin amatör tiyatro derneği vardı. İlk orada sahneye çıktığımda bile o cevapları seyirciden alırdım, hatırlıyorum.
Cem Yılmaz: Vay be bir derneğin amatör tiyatro kulubü var. Çok ileri bir ülkede yaşamışsınız abi, hangi ülkeydi o, isim verebilir misiniz?
Şener Şen: Her yerde vardı o kulüplerden ve gençliğin enerjisi böyle tiyatro, müzik, spor kulüplerine giderdi.
Cem Yılmaz: Benim hiçbir zaman bir büyük hocam ya da yol gösterenim olmadı. Sizin var mıydı?
Şener Şen: Hayır. Aynı senin gibi yalnızdım mesleki kararlarımda. Ama böyle olduğu daha iyi oldu çünkü oyunculuk tavsiye mektubuyla ilerlemez. Sular İdaresi’nde tanıdığın olur da, orada kadro boşaldığı vakit haber gelir, başvurursun… Öyle değil ki… Seyirci seni onaylar, sana bir tek o yol gösterir.
Cem Yılmaz: Şener Abi, ben çocukken sizi arkadaşım zannederek aslında kendi çapımda ustamı yaratmış oldum. Çünkü televizyonda filmlerinizi izlediğimde sizin yeteneğinizden pay biçerek kendimi ölçerdim bir nevi.
Şener Şen: Tek başınasın ama sağduyun var değil mi? O sende çok güçlü çünkü sürekli proje bombardımanı altındasın. Sağduyun olmasa, kendine özgü çizgini iyi belirlememiş olsan, o karmaşa içinde yuvarlanıp gidersin, bir daha da yolunu bulman zor olur. Önce hepimiz taklitle başlamışızdır ama sonra kim olduğumuzu buluruz. Ve ona göre hayatımızı şekillendiririz.
Cem Yılmaz: Mesela kimi taklit ederdiniz?
Şener Şen: Mesela okuldaki hocaların aynısını yapardım. Boş derslerde beni çıkarırlardı. Bir gün matematikçi olarak girerdim kapıdan, bir gün coğrafyacı. Bir keresinde nöbetçi hoca dolaşırken bir bakmış ki bizim sınıftan çıt çıkmıyor ama kürsüde ben oturuyorum. Napıyorsun evladım diyor, ders anlatıyorum diye cevap veriyorum gayet doğal bir şekilde.
Cem Yılmaz: Abi hiç beden hocasını taklit ettiniz mi? Badi Ekrem’e altlık olarak filan?
Şener Şen: Yok, yalnız geçen gün Hababam Sınıfı’ndaki o halime baktım, şaşırdım. Şimdi olsa o performansı çıkaramam herhalde. O enerji, o ifade yok artık bende. Gitti…
1.651 defa okundu.