Alanya halkı beni çok etkiledi
21 Şubat 2011 Yazan ssid
Kategori Röportajlar, Yazılar
Türk sinemasının yıldızı Şener Şen, Yeni Alanya’ya konuştu: Alanya Kalesi’nin dünyanın en güzel konumlu kalelerinden biri olduğunu düşünüyorum
İSTANBUL’DAKİ Taksim Gezi Pastanesi’nde Yeni Alanya’nın sorularını yanıtlayan Şener Şen, magazin gazeteleri ve televizyonların magazin programlarına konu olmayı sevmediğini belirterek, Yeni Alanya’ya sinemayı ve Alanya’yı değerlendirdi.
– Sinemanın eski ve yeni zamanlarını nasıl kıyaslarsınız?
Eskiyle yeniden ziyade sinemadaki en önemli olay ‘yaratım’ bölümüdür, yani senaryodur. Sinema, teknolojiyle bütün olan
bir sektör olduğu için bugünkü sinemamızın, bugünkü teknolojiyle dünya standartlarını yakaladığını söyleyebilirim.
Fakat senaryo sorunu, eski dönemlerin ve devam eden zamanın en büyük sorunudur.
– Yabancı ve Türk sinema sektörünü kıyasladığınızda nasıl bir tabloyla karşılaşıyorsunuz?
Türk sineması şu anda sektör değil. Tamamıyla sponsor ve bireysel çabalarla yapılıyor. Dünyada iki tane sektör var, bunlardan birisi Hollywood, diğeri ise Bollywood.
– Yakın dönem Türk sinemasında ‘Oyunculuğunu beğeniyorum’ dediğiniz kimler var?
İletişim biçimleri ve zaman sürekli değişiyor. Her dönemin farklı aktörleri ve aktrisleri oldu. Uğur Yücel, Timuçin Esen, Olgun Şimşek, Cem Yılmaz ve Okan Yalabık beğendiğim oyuncular arasında.
– Sinemadan uzak kaldığınız dönemlerde boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesleğimden uzak kaldığım dönemler hiç bir zaman olmadı. Sinemaya ara verdiğimiz dönemlerde ise her zaman yeni projeler üzerinde çalışıyorum.
– Cem Yılmaz’ın sinemadaki performansıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Cem Yılmaz, çok yetenekli bir oyuncu olduğunu ‘Av Mevsimi’ filminde zaten gösteriyor. Çok başarılı buluyorum.
– Yeni nesil sinemacılara tavsiyeleriniz neler?
Sadece senaryo üzerine yoğunlaşsınlar. Açı veya resim peşinden ayrılıp, işin özüne önem versinler.
– Siz de eski bir tiyatrocusunuz. Söylenildiği gibi tiyatroya yeteri kadar önem verilmiyor mu?
İyi oyun olduğu zaman insanlar tiyatroya gidiyor. Tiyatroda yaşanan kriz tıpkı sinemadaki gibi yazarla ilgili.
– Sevdiğiniz müzik, film ve kitap türleri neler?
Belli bir tarza takılmayarak var olan projelere bakarım. İyi olmak kaydıyla ayrım yapmamayı tercih ederim. İçimde, ‘Müziksiz yapamam’ diye bir tutku hiç oluşmadı. Film ve tiyatro seyretmek veya güzel bir kitap okumak beni daha çok heyecanlandırır. Psikolojik ve sosyolojik içerikli kitapları severim.
– İstanbul sizin için vazgeçilmez midir?
İşim gereği İstanbul’da bulunmak zorundayım. Adana doğumlu olmama rağmen 1950’den beri İstanbul’da yaşıyorum.
– Alanya’yı tanıma fırsatınız oldu mu?
Alanya’ya bir defa uğrama fırsatım olmuştu. Alanya Kalesi’nin dünyanın en güzel konumlu kalelerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Alanya’nın misafirperver halkı ve doğal güzellikleri de beni çok etkilemişti.
– KİM KİMDİR?
26 Aralık 1941 tarihinde, o zamanlar marangozluk yapan ünlü oyuncu Ali Şen’in oğlu olarak Adana’da dünyaya geldi. Sanat hayatına İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahneye çıkarak başladı. Babası gibi sinema sanatçısı olmak istemeyen Şener Şen, kendisini tiyatro oyunculuğuna adadı. Tiyatrodaki başarısı ve kazandığı tecrübelerle de sonunda babasının izinden giderek sinemaya geçiş yaptı. Sinemaya ilk adım attığı yıllarda figüranlık dahil her işi yaptı. Beş yıl boyunca o kadar küçük rollerde oynar ki, bazen filmlerde sadece dans etmek veya başrol oyuncusundan dayak yemek zorunda kaldı. 1975 yılında sinema kariyerinde bir dönüm noktası yaşadı ve Ertem Eğilmez’in unutulmaz filmi Hababam Sınıfı’nda “Badi Ekrem” tiplemesi ile büyük sükse yaptı. Aynı filmde İnek Şaban tiplemesi ile ün yapan Kemal Sunal ile müthiş bir ikili oluşturdular ve o yıllarda büyük gişe hasılatı yapan Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Tosun Paşa, Kibar Feyzo, Çöpçüler Kralı ve Davaro gibi filmlerde, ayrıca toplam 52 filmde ve “İkinci Bahar” isimli dizide oynayarak Türk sinema tarihine damgasını vurdu. Son olarak oynadığı “Av Mevsimi” isimli film, Türk sinemasının en iyi eserlerinden birisi olarak gösterilmektedir.
618 defa okundu.
Şener Şen ve Cem Yılmaz’ın katıldığı 32.Gün Programı İzleyin
01 Ocak 2011 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Şener Şen, Cem Yılmaz ve Melisa Sözen Mehmet Ali Birand’ın sunduğu 32.Gün programına katıldılar. 30/12/2010 tarihli programın tamamını izleyebilirsiniz.
1.bölüm
————–
————–
2.bölüm
————–
————–
3.Bölüm
————–
————–
4.Bölüm
————–
————–
5.Bölüm
————–
————–
6.Bölüm
————–
————–
1.529 defa okundu.
Şener Şen’in Genç Bakış’taki Programının Tamamını İzleyebilirsiniz.
26 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Şener Şen Abbas Güçlü’nün sunduğu Genç Bakış’a konuk oldu ve kendi hakkında bilinmeyen bir çok konuya açıklık getirdi. Yeri gelmişken Şener Şen’in gerçek ismi Ali Haydar değilmiş. Bende wikipedia’dan almıştım biyografiyi. Bu hatayı biyografiden çıkardım.
Program uzun olduğu için 10 bölüm şeklinde yükledim. İyi seyirler.
Şener Şen Genç Bakış’ta 1.Bölüm
———-
Şener Şen Genç Bakış’ta 2.Bölüm
———-
———
Şener Şen Genç Bakış’ta 3.Bölüm
———-
———-
Şener Şen Genç Bakış’ta 4.Bölüm
———-
———
Şener Şen Genç Bakış’ta 5.Bölüm
———–
———–
Şener Şen Genç Bakış’ta 6.Bölüm
———-
———-
Şener Şen Genç Bakış’ta 7.Bölüm
———
——-
Şener Şen Genç Bakış’ta 8.Bölüm
———
———
Şener Şen Genç Bakış’ta 8.Bölüm
———–
———-
Şener Şen Genç Bakış’ta 9.Bölüm
———-
———-
Şener Şen Genç Bakış’ta 10.Bölüm
———-
———-
1.348 defa okundu.
ŞENER ŞEN: SİNEMA YAPAN HER FANİ ELEŞTİRİYİ BİR GÜN TADACAKTIR
13 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Şener Şen, son filmi Av Mevsimi ile ilgili soruları yanıtladı ve projelerini anlattı.
– Yavuz Turgul bir film çekmese, sizi izleyemeyecek miydik?
– Yok, o yanlış anlaşılıyor…
– ‘Genelde onun senaryolarını beğeniyorum’ diyen sizsiniz ama?
– Yani çok çaba sarf ediyorum da… Beğendiklerim ondan çıkıyor, ne yapayım! Yoksa bütün gelen projeleri okuyorum. Zaten yaptığımız iş somut bir iş olmadığı için, gerçekten herkesin de memnun olması imkânsız. Biz tabii öncelikle kendi hislerimizin, duygularımızın peşindeyiz, yani bize iyi gelen şeyi yapıyoruz.
– Yavuz Turgul ve Şener Şen ikilisi bir çetedir, diyebilir miyiz?
– Sabıka kaydımız yok ki! (kahkahalar atıyor)
– Ama Türk sinemasında bazı oyuncu ve yönetmenler dışarıya kapalıdır; hep aynı isimler birbirleriyle çalışır, bir çeteleşme hali var gibidir…
Son dönem filmlerinize bakınca, toplam yedi film olmuş sanırım, böyle bir durum var mı diye merak ettim… – Sadece sinemada değil, hayatta her alanda vardır bu. Yani herkes anlaşabileceği, kolay iletişim kurabileceği, aynı dünya görüşüne sahip insanlarla bir arada olmak ister, bu çok doğal bir şey.
– İyi de hiç risk almaz mısınız? – Alırım niye almayayım?
Ama bütün bunların içinde bir tek ölçü var; heyecan duymam. Yani ben bu işi yaparken, kendimi de mutlu etme peşindeyim. O rolden tat alıyor muyum, o proje bana hoş geliyor mu? Bu çok aykırı bir iş ya da rol de olabilir. Bu tamamen bana gelen önerilerle ilgili bir şey.
Şener Şen adının ağırlığı altında kalmam
– Şener Şen Türk sinemasında özel bir yerde durur ya hep; bunun size zaman zaman ağır geldiği, ‘usta oyuncu olmanın ağırlığını’ hissettiğiniz olur mu hiç?
– Dışarıya böyle yansıyorsa ben bir şey yapamam ama benim hayata bakışım öyle değil. Yani böyle yüklenen anlamlar, fazla büyütmeler falan beni çok ilgilendirmez açıkçası. Hayatta yaptığım işten mutlu olmak diye bir kaygım var, bütün mesele budur. Neticede insanız; değişik işler yapıyoruz, ben de bunu biraz becerebilen insanlardan biriyim. Öyle Şener Şen adı da beni çok ilgilendirmiyor! Ya tabii ilgilendiriyor ama bunun ağırlığı altında kalmam. O zaman herkes kendine olağanüstü duygular yükleyebilir. Yani iyi bir köşe yazarı da kendini vazgeçilmez zannedebilir mesela!
– Yavuz Turgul dışında kimseye ‘Evet’ dememenizin nedeni, size hep benzer roller gelmesi mi, aykırı/uçuk roller gelmesi mi?
– Olaya sadece kendi oyunculuğum açısından bakmıyorum, bütüne bakıyorum. O bütününden ben tat alıyor muyum?
– Bir röportajınızda okumuştum; Yavuz Turgul fikirlerinizi söylemediğiniz için şikâyetçiymiş sizden. Aslında sorumluluktan mı kaçıyorsunuz?
– Ben bu işin yaratıcı tarafında değilim, yorumcu tarafındayım, yani icracı. Yavuz yaratıcı tarafında; yani senaryoyu yazıyor, yönetiyor. Biz oyuncular sıralamada bence üçüncüyüz.
KÖTÜ FİLM CANIMI SIKAR
– Bütün filmleri izleyen, sinefil biri misinizdir?
– Pek değilim ama takip etmeye çalışıyorum. Çünkü kötü film canımı çok sıkar, seyretmesi zordur.
Sinema yapan her fani, eleştiriyi bir gün tadacaktır!
– Nedir sıralama?
– Senaryo, yönetmen, oyuncu! Onun için senaryoyu kendim yazsam; Yavuz gibi de yapmam, kimseye danışmam, bildiğimi yaparım! Yavuz gene arada sırada yakınlarına sorar, güvendiği isimleri yoklar. Ben yapmam; daha katıyım. Bir gün film çekersem, kendim yazma koşuluyla yaparım. Ben ondan yanayım; insan ancak kendi yazdığını iyi çekebilir çünkü! Yönetmen olarak heyecanlanmak gerek, senaryonun seni tahrik etmesi lazım bence.
– Siz yönetmenin işine saygı duyarak kenarda duruyorsunuz…
– Tabii… Bende, karakterimden dolayı geleneksel sinemanın kurallarına uyma, hiyerarşiye saygı vardır. Bu yaşla ilgili değildir; ben bir yönetmene ‘Evet’ dediğim zaman; Yavuz’un dışında biri de olabilir bu, benden genç de olabilir, Yavuz’un setinde nasıl davranıyorsam orada da öyle davranırım. ‘Evet’ demem zordur ama ‘evet’ dedikten sonra yönetmene teslim olurum.
– 1975 yılında çalışmaya başlamışsınız Yavuz Turgul’la; benim doğduğum yıl! Merak ediyor insan haliyle…
35 yılda hiç mi birbirinize darılmadınız, gücenmediniz, gönül koymadınız; nasıl bir arkadaşlık bu? – Aaaa kırıldığımız, konuşmadığımız çok oldu…
– Öyle mi? Kimse bilmiyor bunu?
– E sizin yakın arkadaşınızla konuşmadığınızı da biz bilmiyoruz (kahkahalar atıyor). Bu bahsedilecek bir şey değil ki! – Anlaşamama noktanız işle mi ilgilidir hep? – Tabii; aynı fikirde buluşamamak, yorumda anlaşamamak gibi hallerimiz çok olmuştur. Bir sene falan küs kaldığımız bile olmuştur.
– Yavuz Turgul dışında Türk sinemasında beğendiğiniz yönetmen var mı?
– Çok parlak genç sinemacılar var tabii; Çağan Irmak, Ferzan Özpetek ve Fatih Akın’ı çok beğenirim.
MİMAR SİNAN OLACAK
“Mustafa Oğuz’un Mimar Sinan projesi var gündemimizde. Fazıl Hayati Çorbacıoğlu’nun 70’li yıllarda tiyatrolarda oynanmış bir oyunundan yola çıkılacak. Süleymaniye’nin yapılışı sırasında; o dönemin padişahıyla devrin en önemli mimarı arasındaki çatışmayı anlatan bir öykü. Çıkış noktamız bu ama yorum yönetmen olarak Çağan Irmak’a ait olacak.”
– Bundan sıyrılabilmek nasıl mümkün oluyor? Yani sizi oturttukları bir yer var ama siz bunu umursamıyorsunuz!
– Allah aşkına daha sade bakalım olaya…
– Buyurun bakalım…
– Ne dediniz az önce? 35 sene olmuş… O 35 senede iyi-kötü şu anda bulunduğum noktaya gelmişim ve şu nokta duruyor bir yerde. Buna da insan razı olur artık! Şu anda hiçbir şey yapmasanız ne olacak yani? Gene de iyi bir hayat değil mi yaşadığınız? E kötü de geçmemiş bu kadar yıl; büyük sıkıntılar, acılar, kederler olmamış…
– Hayat size iyi davranmış…
– Evet, iyi de anlaşmışız hayatla. Bence o kadar! Geriye baktığım zaman beni mutlu eden bir hayat var. Kendimle barışıklığım da bundan geliyor zaten.
– Gönül Yarası filmi zamanında siz ve Yavuz Turgul’la yaptığım röportajda Turgul demişti ki; ‘Bu beğeni ve beklenti işi zorlaştırıyor, özgürlüğümüzü kısıtlıyor, baskı yaratıyor…’
– Evet işimiz zorlaşıyor gittikçe, çünkü beklenti yüksek. Bir de ben tuhaf bir serüven yaşadığım için… Yani hem komedi oyunculuğu, hem başka oyunculuklara girdiğim için yelpaze geniş. Yelpaze geniş olunca da, ‘Bunu yaptı, şunu yaptı, bakalım şimdi ne yapacak,’ diye yüksek bir beklenti var. ‘Çok düzgün olma’ durumu da etrafı rahatsız edebilir çünkü herkesin hayatı çok düzgün değil! ‘Hata yap artık be adam’ beklentisi de var açıkçası.
Oynayacağız dedik oynadık, hepsi o kadar!
– Av Mevsimi’nin kariyerinizdeki yeri nedir?
– Daha çok yeni ama ileride tarih yazacak! Şaka bir yana, daha önceki rollerimden farklı; bu kadar diyebilirim. Bizim için bu konularda konuşmak ayıptır!
– Size ayıp değil!
– İşte öyle düşünmek de ayıp! (kahkahalar atıyor)
– Şöyle sorayım o zaman; senaryo geldi, okudunuz, içinizden ilk geçen neydi?
– ‘Senin sağın solun belli olmaz, al oku, oynayacak mısın oynamayacak mısın söyle,’ dedi Yavuz. Ben de okudum, ‘Oynayacağım,’ dedim, oynadık işte.
– El ovuşturmak, ‘aman ne güzel rol geldi’ diye sevinmek yok mu sizde?
– Tabii seviniyorum… Üç sene geçmiş Kabadayı’nın üzerinden, nasıl sevinmem! Bir de kadro çok heyecanlı. Bu işi yapmamda en büyük etkenlerden biri de; o içinde yaşanılan setin havasıdır, o ruh halidir.
– Cinayet masası dedektifleriyle çalışmışsınız…
– Doğru. Her mesleğin ortak vücut dili, davranış biçimi var. O ortak özellikleri yakalamaya çalıştık biz de.
– Senaryonun ilk hali çok başkaymış, hatta siz o hali daha çok sevmişsiniz.
– Evet Yavuz o ilk halini çekebilirmiş tekrar… İzlediğiniz filmde, bir kol bulunuyor, bir şeyler oluyor. İlk halinde ise olay başka yerlere gidiyordu. Yani çok daha karmaşık, girift başka yerlere dalıyorlardı. O da beni oyunculuk açısından daha çok heyecanlandırdı. Şu an Ferman karakterinde inişler çıkışlar az, minimal bir oyunculuk gerektiriyor. Öbüründe gel gitler çoktu.
HOLLYWOOD’A GİTMEK İSTEYENİN YOLU AÇIK OLSUN
“Amerika dünyanın egemen ülkesi, en büyük ülkesi. Sinema da Amerikan sanayiinin dördüncü gücü. Bu kadar büyük, etkili bir güç ‘Biz beceremiyoruz gel sen becer,’ diyecek, öyle mi? Hollywood’a kapağı atmak isteyenlerin yolu açık olsun ama benim böyle heveslerim yok. Ben olaya sağlıklı bakıyorum… Ben buraya aidim, Züğürt Ağa’yı oynayan adamım. Bana ne Robert De Niro’dan! Takdir ediyorum tabii ki ama onun gibi olayım diye paralanmıyorum, dünya starı olmak gibi bir hevesim de yok. Ben Şener Şen’im ve Şener olarak kalmak istiyorum!”
Cinayet masası sezileriyle olay çözüyor
– Türkiye’de polisiye zor bir meseledir, sinemanın en deneyimsiz olduğu alandır. Dolayısıyla senaryo Yavuz Turgul’dan gelmiş olsa dahi, hiç tereddüt etmediniz mi?
– Olaya polisiye diye bakmıyorum. Bir öykü var, nasıl anlatılıyor? Ona bakıyorum. Öyküyü okuduğum zaman, ‘Bu hikâyede olmak isterim,’ duygusuyla kabul ettim. Hiç de pişman değilim, tam istediğimiz gibi oldu.
– Çakma CSI diyenler de oldu. Ne diyorsunuz?
– Bizden çıktı artık, herkes diyeceğini desin, biz de okuyalım.
– Polis olsanız, tam da böyle mi olurdunuz peki? Duygularını çok belli etmeyen, ketum, sakin…
– Mesleğin bir sürü özelliği var, sorgulama teknikleri var, sıradan insanların bilmeyeceği şeyler var. Mesela biz Yavuz’la dolaşırken ilginç bir şey oldu. Bir adam öldürüldü, bizim şahit olduğumuz bir cinayet. Çocuğu da çok ağlıyor, dövünüyor ‘Babam gitti,’ falan diye. Polis ufak bir tahkikat yaptı, sonra geldiler, ‘Oğlan öldürmüş olabilir,’ dediler. Sıradan adamın aklına bile gelmez! Onlar sezilerle hareket ediyorlar. Oğlana demişler ki, ‘Hadi gözün aydın, baban yaşıyor, bize anlattı kimin öldürdüğünü.’ Çocuk yere atmış kendini, babası kendisinin yaptığını söyledi zannetmiş, hemen yakalamışlar. Bunu ancak meslekten olan biri yapar. Biz akıl edemeyiz böyle bir şeyi. O yüzden isteyen atsın, eleştirsin!
Siz tembellik deyin, ben yetinme!
– Filmle ilgili eleştirilere yorumunuz?
– Sinema yapan her fani, eleştiriyi bir gün tadacaktır! (kahkahalar)
– Eleştirileri bu kadar sakin mi karşılıyorsunuz sahiden?
– Tabii canım, film yaptıktan sonra her şeyi sakinlikle karşılamak lazım; başka çaresi yok! Benim eleştiri konusunda çok net bir tavrım vardır; film bizden çıktıktan sonra artık bizim sözümüz biter. Bütün düşündüklerimiz, bütün yapmak istediklerimiz filme yansımıştır ya da yansımamıştır, bunun kararını seyirci verir; artık onların söz söyleme hakkı doğmuştur. Tabii ki her düşünce de mutlak doğru demek değildir, nasıl bizim yaptığımız her film iyi olmuyorsa… (kahkahalar atıyor)
– Güzelmiş bu!
– Her eleştirinin doğru olduğunu kabul edemeyiz, o da bizim hakkımız! Onların eleştiri hakkı varsa bizim de eleştiriyi seçme hakkımız var.
– Bu kadar seçici olmanızın, az projeye ‘Evet ‘demenizin nedeni; biraz da, içten içe bu eleştirileri en aza indirmek, bütün bu tantanadan uzak durmak mı?
– Yok, bu benim karakterimle ilgili bir şey. Yani benim yapım öyle, ben sakin bir insanımdır.
– Tembel diyebilir misiniz kendinize?
– Tembelliği de kabul ederim. Çünkü benim konumumda olan birçok kişi daha hareketlidir, yerinde durmaz; bu durumunu, konumunu değerlendirmenin peşine düşer. ‘Aman bu Şener Şen yok olmadan nasıl faydalanırım,’ diye bakar. Benim pek öyle dertlerim olmadığı için… Buna tembellik diyecekseniz tembellik deyin ya da yetinme diye de bir şey var.
– Bu daha iyi sanırım!
– (Gülüyor) Galiba ben ona daha yatkınım, yetinmeyi biliyorum.
Sinemada para var ruh yok, çözülemeyen sorun bu!
– Züğürt Ağa’dan sonra komik adam gömleğini sırtınızdan atıyorsunuz ve bambaşka rollerin adamı oluyorsunuz. Bu bilinçli bir şey miydi, ‘Artık başka şeyler deneyeceğim’ mi dediniz?
– Hayır, iyi bir şey yapmak kaygısındandı… 84’te Namuslu’yla başlayan bir başrol oyunculuğu var. Başrol oyunculuğunda sorumluluk, daha fazla oyuncuya aittir seyircinin gözünde. Yani çok geniş bir kitle; senaryo, yönetmen hesabı falan yapmadan, ‘yahu bu filmde niye oynamış’ ya da ‘oynamış iyi etmiş’ gibi sıradan yorumlar yapabiliyor. Ben de dedim ki; madem oyuncu bu kadar etkili, o zaman projelerimi kendim seçeyim. Öyle başladı o değişim. Fakat değişik karakterlerde de belli bir başarı sağlanınca bu kez o tür projeler geldi sürekli..
Hangi Şener Şen’i sevdiniz?
– Hepsi beni heyecanlandırır! Yani ben Eşkıya’yı oynarken de büyük tat aldım, Badi Ekrem’i oynarken de.
– Hababam serisindeki ‘Badi Ekrem’ rolüyle meşhur oldunuz…
– Evet.
– Nedir Hababam filmlerinin başarısı? Hâlâ bu filmleri izliyor olmamızın bir açıklaması var mı?
– Sadece Hababam değil de Arzu Film diye bakmak lazım. Tosun Paşa’lar, Şabanoğlu Şaban’lar, Davaro falan… Sinema ruhu vardı Arzu Film’de. Başka yapımcıların beceremediği, başka firmaların beceremediği bir ruh.
– Nasıl bu ruhtu o?
– Halkın nabzını iyi tutan, Türk halkının neleri beğenip neleri beğenmeyeceğini bilen, halk gibi düşünen, halk gibi gülen bir düşüncenin eseri.
– Bugünkü Türk sinemasının durumunu özetleyin desem?
– Artık sinema için para var, bulunamayan şey ise ruh! Bu da senaryoyla ilgili. Eğer bir film gereken kitleye ulaşamıyorsa, en büyük kusur senaryodadır. Ama senaryo sinemanın temel sorunu; bizde de öyle, Amerika’da da. Şu var tabii; sinema, içinde bütün sanatların olduğu bir dal. Yani sadece ticari yönden bakamayız. Sonbahar filmini çok beğenmiştim mesela, çok iyiydi. Ama rakamları istenilen boyutta değil. İşte ruhtan kastım o! En zoru da; hem popüler hem sanatsal değeri olan işler yapmak. İşte dünyanın çözemediği de budur.
– Dünya çözemedi ama Türkiye’de buna yaklaşan film hiç yok mu?
– Muhsin Bey sanırım herkesin hemfikir olacağı bir filmdir. Züğürt Ağa sanki böyle bir filmdir.
Sevgi formülü yok
– Yılların Şener Şen’i, nasıl oluyor da yeni neslin de idolü oluyor?
– Cevabı öbür tarafa ait. – Olsun, bir fikriniz vardır… – Hakikaten açıklamasını ben yapamam. ‘Şöyle yapalım yeni nesil de bizi sevsin, eski nesil de sevsin, herkes sevsin, sevgiden ölelim’ diye bir derdimiz yok; yani böyle bir formülle yola çıkmıyoruz. Belki de bizi ayrı kılan bu saf halimizdir.
– Bakın varmış açıklaması!
– Belki dedim, tam emin değilim. ‘Yahu bu adamlar niye 3-4 yıl film yapmadan duruyor?’ Belki insanlarda bir ‘kavramaya’ neden oluyordur bu soru.
Cem çok özel bir zekâ, böylesi pek gelmiyor
– Cem Yılmaz’ın ölüm sahnesi eleştirildi, abartılı mıydı sizce de?
– Bu tamamen yönetmenin kararı. Yönetmen birden yüzükoyun yere kapaklatır da öldürür, bu filmdeki gibi de öldürür, başka türlü de öldürür. Bu Yavuz’un estetiğiyle, hikâyeye katacağı değerle ilgili. Yönetmenin yorumudur.
– Cem Yılmaz’a bakışınız neydi; yani takip ettiğiniz bir isim miydi?
– Daha ünlü olmadan onu keşfedenlerdenim. Leman dergisi ilk çıktığı dönem, daha Türkiye onu tanımadan… Hemen kulağıma geldi, ‘müthiş bir çocuk var’ demişlerdi.
– Nasıl bulmuştunuz o gün?
– Bütün Türkiye’nin fikirleri benim için de geçerli; Cem çok özel biri, çok zeki ve çok donanımlı. Katiyen boş biri değil, çok bilgili ve devamlı öğrenmek için çabalayan, kendini paralayan biri.
– ‘Ben oldum, tamam,’ demiyor…
– Daha yaşı da küçük, ben o yaşta başrol oynamaya başlamamıştım! 43 yaşında başladım, o daha genç. Bu yaşta bu kadar deneyim, bu kadar birikim! Bir de 92-93 yılından beri hiç gündemden düşmeden hayatımızın içinde, bu çok büyük başarıdır. Böyle insan çok gelmiyor.
– Siz Cem Yılmaz için idolmüşsünüz. Sizde de böyle bir durum var mıydı ‘Şu çocukla bir filmde oynasak,’ diye?
– Ben onun zekâsını çok beğeniyorum, çok parlak buluyorum. Komedyenlerde de erişilmez bence. İngilizce stand-up yapsa dünyayı karıştıracağına inanıyorum, çünkü onları da görüyoruz! Cem’de acayip bir zekâ var. Ama onun bugüne kadar yaptığı filmler kendi alanına aitti; lafa, kısa anlara, skeçlere, karikatür kökenli olduğu için esprilerin dizilmesine dayalıydı. Bu başka bir sinema dili.
– Sizi isteseydi bir filmde?
– O senaryolar benim beğeneceğim senaryolar değil. Her Şey Çok Güzel Olacak, Hokkabaz gibi filmlerde olmak isterdim tabii.
– Peki… Komik Cem mi, ciddi Cem mi?
– Bu karar Cem’e ait. Her Şey Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz benim Cem’i görmek istediğim senaryolar ama geniş kitleler öbür filmlerini daha çok beğeniyor. Ne yapsın Cem şimdi? Av Mevsimi’nde ise hiçbirine benzemeyen yönlerini gördük.
– Ben izlerken şöyle düşündüm; İdris rolünü başka biri oynasa aynı tadı alamazdık. Doğru mudur?
– Çok doğru! Bir oyuncu seçmesi yapılsaydı, binlerce kişi katılsaydı ve Cem de tanınmamış olsaydı, bu rolü Cem alırdı kesin!
– Cem Yılmaz’ın idolü belli, sizin idolünüz kimdi bu işe başlarken?
– Babam sinemacı Ali Şen, eski karakter oyuncularından. Baba ve erkek çocuk, insanlık tarihinin en önemli iki figürü. Gözünüzü açtığınız andan itibaren bu meslekle tanışıyorsunuz, onu büyütüyorsunuz. Babam model olmuştur elbette, tersini söyleyemem ama başka iş yapmak için de uğraştım ben…
– İlkokul öğretmenliği? Zevk almadınız mı peki o işten?
– Aldım ama daha önce amatörce tiyatroyla uğraşınca, farkında olmadan oyuncu virüsü girmiş içime. Ondan sonra anladım ki bu çabalamalar boşa, istifa ettim.
– Böyle utangaç, güvensiz tiplerin bu kadar insanın karşısında rol kesmesi de ayrı enteresan!
– Onlardan çıkıyor daha ziyade.
– Peki komiklikle ilgili, güldürmekle ilgili bir meseleniz var mıydı? Yani ‘Güldüreyim de, kızları tavlayayım,’ ya da ‘Ailenin en komiği olayım,’ falan…
– Komediye yatkınlığım vardı. Bir olay karşısındaki yorumlar falan hep komik olurdu ama kızları güldüreyim de buradan nemalanayım diye bir şey aklıma gelmedi! Hatta kızlar dört kez ikaz ederdi, ‘pıst pıst, hey sen, sana söylüyorum’ diyene kadar ben kızlara bakamazdım bile! Ben bir de arkama bakar ondan sonra emin olurdum benle konuşmak istediğine. (kahkahalar)
– En son izlediğiniz film?
– Karışık seyrediyorum ama geçen gün Forest Gump‘ı tekrar izledim. Çok beğendiğim bir filmdir. Teknolojik gösterileri beğenmem açıkçası; mesela ortalığı kasıp kavuran Harry Potter bile bana sinema olarak çok uzak geliyor.
– En son okuduğunuz kitap?
– Elif Şafak’ın Aşk kitabı.
– En son aldığınız/dinlediğiniz müzik albümü?
– En büyük eksikliklerimden biridir; müziğe özel bir ilgim yok.
– En sevdiğiniz yemek?
– Hadi kuru fasulye olsun!
– En büyük lüksünüz nedir?
– Seyahat etmeyi severim.
– En kızdığınız eleştiri biçimi?
– Eleştiri çok saygılı bir şey, karşıdakine yararı bile dokunabilir. Ama hakaret içeriyorsa kötü.
– En sevdiğiniz oyuncu?
– Yabancı oyunculardan Tom Hanks’i farklı buluyorum. Bizde ise Uğur Yücel. Cem oyunculuğu da ciddiye alırsa önemli bir isim.
– En çok ne yaparken kendinizi iyi hissedersiniz?
– Film çekerken.
– En çok neye gülersiniz?
– Tek yönlü bakış açıları komik gelir. Mesela 40 yıl birbirini görmemiştir, ‘Amma yaşlanmış ya,’ der. Halbuki kendi daha beter olmuş ama kendini görmüyor. (gülüyor)
– En son ne zaman çok güldünüz?
– Sette çok güldüm, çok eğlendik ama Yavuz baskısı vardı. (gülüyor)
– Gizli kapaklı mı gülüyordunuz?
– Espri yapma ve gülme izni bir tek bana verilmişti. Torpilli oyuncuydum! Cem’e de yasaktı.
– Cem nasıl duruyordu peki?
– Bağrına taş basarak duruyordu. (kahkahalar atıyor)
– En büyük zaafınız?
– Oyunculuğumun beğenilmesi!
CEM’İN ACAYİP İYİ KULAĞI VE BESTELERİ VAR!
“Cem Yılmaz olağanüstü bir adam derken vasıflarının arasına müzik yeteneğini de koymak lazım; müzisyen adam aynı zamanda! Müzikle uğraşıyor, acayip besteleri var ve iyi söylüyor, kulağı da var…”
ŞİRİN SEVER / www.sabah.com.tr
748 defa okundu.
Yavuz Turgul denince bizim için Akan Sular Duruyor
06 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Yavuz Turgul denince bizim için AKAN
SULAR DURUYOR
Oyunculuk, mütevazılık, yetenek ve başarı kelimelerinin çok yakıştığı,ustalar ustası, her jenerasyonun kahramanı Şener Şen ve aynı sıfatları adının başına eklesem gayet de yakışaağına emin olduğum Cem Yılmaz’la ‘Av Mevsimi’ için bir araya geldim.
Şener Şen: Sırf parasal kaygılarla beğenmediğim projede yer almam
Biri yılların Şener Şen’i… İlkeli duruşu, müthiş oyunculuğuyla Türk sinemasının biriciği… Diğeri Türkiye’nin en komik ve yetenekli adamı, Cem Yılmaz… İkili, Yavuz Turgul’un yönetmenliğinde bir polisiye filmi olan ‘Av Mevsimi’nde buluştu, farklı rollerle oyunculuklarını konuşturdu…
Bir günde iki yıldızla birden röportaj yapmak herkese nasip olmaz, bana oldu… Bir zamanların Cem Yılmaz’ı Şener Şen ve yeni jenerasyonun Şener Şen’i Cem Yılmaz ile ‘Av Mevsimi’ için bir araya geldim. Şener Şen ile daha ciddi konuşuruz diye düşünürken daha çok güldük, Cem Yılmaz’la garanti yerlere yatarız derken gayet ciddi konuştuk.
İnsanları seçtikleri mesleklerinde zirveye taşıyan ve zirvede bırakan sebepleri röportajın alt metni olarak bulmanız pek mümkün, üst metin zaten iş ahlakı, yetenek, mütevazılık ve başarının anahtarlarını layıkıyla anlatıyor… Şen ve Yılmaz’ı bir komedi filminde seyretmenin zevkini yaşarız diye umuyorum şimdi de; en kısa zamanda…
NASILSA BEĞENMEZ DİYE ARTIK SENARYO GETİRMİYORLAR!
– Filmi seyrettiniz mi, heyecanlandınız mı seyrederken?
Ön çalışmalar bizde çok olduğu için ve başından beri hikayeye hakim olduğum için aşağı yukarı ne çıkacağını tahmin ediyordum. Biliyorsunuz Yavuz yakın arkadaşım ve hikayeyi benimle de paylaşmıştı ilk günden itibaren, elbette geçen sürede pek çok değişikliğe uğradı senaryo ama ben hep biliyordum, bu yüzden belki de sonucu kestirebildim. Tabii senaryo çok fikir veriyor, Yavuz çünkü çok ince bir matematikle yazar.
– Kendinizi beğenir misiniz izleyince, filmlerde bizim sizden aldığımız hazzı siz kendinizden alır mısınız?
Şimdi şu var, benim senaryoya ve filme bakmam farklı. Bütün beni ilgilendirir, kendime bakmam.
– Siz hiç müdahale ettiniz mi senaryoya, karıştınız mı, fikir verdiniz mi?
Hayır, sorarsa söylerim ancak. Pek sormaz zaten.
– Sizin için Yavuz Turgul adı yeterli midir, bir teklifi kabul etmeniz için?
Bakınız benimle Yavuz’un arkadaşlığı da iş ilişkisi de ayrıdır. Senaryo bitince, en son bana verdi ve sordu, oynayacak mısın oynamayacak mısın diye (gülüyoruz).
SENARYO İŞİN EN ÖNEMLİ KISMI
– Onun için de büyük zevk olsa gerek, sizin rolü kabul edip oynamanız. Belki de kabul etmezsiniz diye endişe duymuştur?
Ya artık heyecanlanacağını sanmıyorum ama ben yeni projelerde hep heyecan duyuyorum. Her oyuncu için iyi proje önemlidir, bu heyecan da duyulur zaten. Ben bir de gerçekten en iyisini seçmeye çalışırım ve her defasında ilk defa yapıyor gibi heyecanımı hissederim.
– Peki cast’ı yaparken size danıştı mı; Cem mi oynasın Ahmet mi diye mesela?
Yok asla karıştırmaz, 5-6 yıl düşünüp bir dünya yaratıyor. Ne diye sorsun ki, fikrimi sorarsa söylerim.
– Sordu mu peki?
Sordu (gülüyoruz).
– Şöyle bir bakınca oynadığınız roller benziyor gibi görünse de filmi izleyince bambaşka tatlar alıyoruz, bunu nasıl başarıyorsunuz, bu nasıl bir yetenek?
Yetenekten değil ki senaryodan kaynaklanıyor.
– Ama siz mütevazılık abidesisiniz, bu cümleniz ders olmalı oyunculuk okullarında.
Siz de yapmayın o halde, beni utandırmayın (gülüyoruz), benim yelpazem geniştir. Sonra da hep istediğim rolleri kabul ettim, zaten içime sinen işe başladığım için kolay oldu. İlk başta biliyorsunuz komedi ağırlıktaydı, Badi Ekrem’ler, Tosun Paşa’lar falan oynadım.
– Ah bilmez miyim, Badi Ekrem’e hayranım ben!
O da tanısa size hayran olurdu (gülüyoruz)! Sonra bir yön değiştirme oldu, 1984’ten sonra; Namuslu ile başlayan. O dönem öyle oynamak da benim seçimimdi. Senaryolar değişince, karakterler de değişiyor haliyle.
– Oynadığınız karakterler için gerçek hayatta tanıdığınız kişilerden yararlanır mısınız, mesela Badi Ekrem var mıydı hayatınızda?
Benim gözlem gücüm kuvvetli, bazı insanlar bir şeye yatkındır mesela kiminin müzik kulağı vardır, kimi baleye yatkındır. Ben de insan gözlemlerim, insani davranışlar benim ilgimi çeker. Bir şeye bakarken ben başka detaylarla ilgilenirim, bütünden ziyade. Başkaları olayın bütününe bakarken ben detaylara takılırım ve farklı tatlar alırım. Çocukluğumdan beri var bu merakım. Konuşurken sesini niye öyle yapıyor, niye başını eğiyor, bir duyguyu ifade ederken kimi çok sakin kimi çok heyecanlı olabiliyor; ben bunlarla ilgilenirdim.
PAZARCILIK BİLE YAPTIM
– Çocukluğunuz nerede geçti?
O zamanın varoşu; Zeytinburnu’nda. O yıllar orası yeni kurulmuştu, orada yetiştim. Belki de orada yetiştiğim ve çok farklı insanları tanıma şansı bulduğum için gözlem yeteneğim gelişti. Yaşadığım yerdeki çeşitlilik bana çok faydalı oldu. Bir de bu mesleğe geçene kadar çok çeşitli işler yaptım.
– Sahi mi, ben sizi doğuştan oyuncu oldunuz kabul ediyorum!
Yok canım, pazarcılık yaptım, işportacılık, şoförlük yaptım. En son bir baltaya sap olayım dedim.
– Ve oyuncu oldunuz!
Hayır hayır, öğretmen oldum.
– Aa gerçekten mi?
Doğu’da 3 sene kadar ilkokul öğretmenliği de yaptım. Tüm bunlar hayatımın içinde birikimler oluşturdular.
– Şener Şen’in öğrencileri var yani, sizin izinizden giden genç oyuncular sizi öğretmen kabul ediyorlar ama gerçek anlamda da öğrenciniz oldu demek!
(Gülüyor) Bak böyle düşünmemiştim.
– Komik adamların, komedi oyuncularının özel hayatlarında asık suratlı oldukları hatta sıkıcı oldukları söylenir; ben sizi de öyle tahmin etmiştim açıkçası ama siz çok tatlı ve eğlencelisiniz!
Ben öyle asık suratlı biri değilim, yeni girdiğim bir muhitte, tanımadığım insanların arasındaysam elbette şen şakrak olamam. Ama öyle şen şakrak adamlar vardır, nereye gitse ‘Öptüm baba’ falan deyiverir, öyle de değilim. Ama karamsar hiç değilim. Arkadaşlarımlaysam, kendimi iyi hissediyorsam keyifliyimdir.
DAHA ÇOK, REDDEDERİM!
– Sizi cezbeden rolü kabul eder misiniz?
Bana öyle cezp edici roller geliyor ki inanamazsınız. Hiçbir oyuncunun reddedemeyeceği teklifler aldım. Ama filmin bütününü beğenmemişimdir, reddetmişimdir. Filmin bütününden kalan tat da beni çok ilgilendirir. Seyirci gözüyle bakmaya da çalışırım, filme gittim çıktım, e ne oldu şimdi, aklımda ne kaldı? O yüzden daha geride kaldığım işler de kabul etmişimdir. Ben bir de öyle bir gelenekten geliyorum, yardımcı oyunculuktan ve ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Hatta figüranlıktan geliyorum.
– İşte tüm bunlar da sizi hayran olduğumuz Şener Şen yaptı değil mi?
Belki de, bütün bunlar yaşanmasa, bir fanus içinde yaşarsanız, dadılarla büyürseniz gördüğünüz alan kısıtlı kalır. Hayatın içinden geldiğimiz için böyle olduk diyelim.
– Deneyimsiz, isimsiz bir yönetmenin filminde oynar mısınız?
Vallahi senaryoyu beğenirsem oynarım ama senaryoya önem veren yönetmen olması lazım. Yönetmen senaryoyu kendi yazdıysa ben de beğenmişsem oynarım.
– Size çok teklif geliyor mu, kaç senaryo geliyor mesela bir ayda, kaçını okuyorsunuz?
Artık umutlarını kestiler sanırım, pek gelmiyor. Nasılsa beğenmez diye yollamıyorlar (gülüyoruz). Eskiden daha çok gelirdi şimdi gelmiyor. Ben beğenmeye hazırım ama gelmiyor.
– Uzun zamandır sinemadasınız ve her jenerasyonun kahramanısınız, bu nasıl oldu acaba?
Eğer öyleysem buna hiç itiraz etmem. Öyle miyim acaba? Bu saflıkla alakalı. Saflık derken akıl erdirememe anlamında söylemiyorum elbette. İçinizi temiz tutmakla alakalı. Her şey, sistem sizi bozmaya yatkın; bir de para çok önemli bir güç olduğu için ‘Hayır’ derken paraya da hayır diyorsunuz. Bu da kolay kolay becerilecek bir şey değil. Bir proje oluyor, gel oyna diyorlar, ben beğenmediğim için oynamıyorum. Belki maddi anlamda kaybım oluyor ama belki de beni ayakta tutan bu. Halk tarafından, seyirci tarafından bunun takdir edildiğini düşünüyorum. Bu durum da hiçbir şeyin boşa gitmediğini gösteriyor.
-Para için her rolü kabul edenler ve kendini-yeteneğini ziyan edenler için ne diyeceksiniz?
Benim başkalarının kararları için bir şey düşünmeye ve söylemeye hakkım yok. Herkes hayatla bir ilişki kuruyor. O yapılan seçimi nasıl sorgularız?
– Sizin bu kadar ince düşünmenizden ötürü pişmanlıklarınız da olmadı o halde, ah şu filmde niye oynadım gibi!
Ben seçtiğim için ne diyebilirim ki. Beğenmeyecek gibi olsam zaten ilk başta hissederim…
ROLÜN ETKİSİNDE KALDIM DEMEK SAÇMALIK
– Av Mevsimi’nde nasıl çalıştınız?
Yavuz’un filmlerinde herkes bir potada erimek zorunda, başka türlüsüne izin vermez. Her kafadan bir ses çıkmaz. Oyunculuk tartışması da yapılmaz, malzemeni kendi istediği gibi kullanmana izin verir. 1.5 ay okuma provası yaptıktan sonra da çözülmedik bir şey kalmamıştır geride. Herkes artık ne yapacağını biliyordur. Sadece mekan değişebilir, mizansen değişebilir.
– Bu çalışma yöntemi oyuncunun da işini kolaylaştırır değil mi?
Hem de nasıl, gerçi bu yöntemi beğenen var beğenmeyen var. Ben böyle bir disiplinden yanayım.
– Siz nasıl hazırlanıyorsunuz kendi içinizde, evlere kapananlar falan olurmuş rolüne hazırlanırken?
(Gülüyor) Ben öyle bunalımlara falan girmem, akıl var mantık var. Bir de rolün etkisinden kurtulamadım derler, öyle şey olur mu? Neticede oyun oynuyoruz.
– Ama seyirci filmin etkisinden kurtulamayabiliyor?
O da işte yönetmenin ve senaryonun büyüsü.
– Filmin bütününü görüyorsunuz ama hiç yanıldığınız olmaz mı?
Olabilir ben çok beğenirim ama başkası beğenmeyebilir. Bu film de beğendiklerimden biriydi.
– Sizin izlemekten zevk aldığınız bir film ya da yönetmen-oyuncu var mı?
Ben öykücüyüm, ona önem veririm. Ne veriyor bana, insana ait yeni bir şey söylüyor mu? Aksiyonlar ilgimi çekmez, teknolojik yenilikler beni ilgilendirmez. İnsana ait sözler ilgimi çeker.
– Yeni rol aldığınız reklam filminden sonra o tatta dizi yapalım diyen olmadı mı?
Yok daha yeni ya, herkes izlememiştir.
– Size ait bir internet sitesi var mı?
Hayır hiçbiri bana ait değil, bilgim bile yok bu konuda. Ne sitem var ne bir açıklamam var internette.
Cem Yılmaz: Oynadığım karakterlerden farkım ekonomik durumum
AİLEM BANA 3 YAŞIMDAN BERİ YILDIZ MUAMELESİ YAPTI ZATEN
Hayat bir sürek avıdır… ‘Av Mevsimi’ işte tam bu söylemiyle, vahşi bir cinayet kadar, insanların kendi yaşamlarının da bir av ve avcı hikayesi olduğunu anlatıyor.
MAÇO BİR FİLM DEĞİL KADINLAR DA ÇOK SEVECEK
İyi oynamışım ama, hem de çok iyi…
– Aa dursana bir dakika daha soru sormadım (gülüyoruz)… Yavuz Turgul deyince akan sular durdu mu?
Neden durmasın severim kendisini, geçenlerde benim için ‘İyi çocuk’ demiş (gülüyor)… Çok severim gerçekten, seyirci olarak seversin zaten. En beğendiğimiz 10 tane film saysak 8’i Yavuz Turgul’undur. Demek ki hayatımızda bir yeri vardır. Beraber çalışmak ayrı bir şey. Genel kanı ya da dedikodu şudur Yavuz Turgul ile alakalı, çok serttir, seti zordur, ağırdır falan, hatta daha kaba olanı delidir derler.
– Evet doğru, ben tanımadan korkuyorum Yavuz Bey’den!
Bunların neden söylendiğini şöyle izah ediyorum, herkes kendi işinde delidir zaten ne var ki bunda? Ben iş sırasında yapılan bütün delilikleri anlayabilirim mesela. Çünkü kişisel değil, işle alakalı delilik su kaldırır çünkü ben de işimde öyleyim, kimseyi tanımam. Dedikodular kadar sertlik, kırıcılık görmedim. Sette en çok çalışan kişi olarak hatırlıyorum kendisini. Birinin sorumlukları alması gerekiyor, aldı diye de deli denir mi? Olur mu öyle şey, komik…
BEN KLAS SETLERE ALIŞKINIM!
– İşine özen göstermesi, çok çalışması onun sadece işini ne kadar önemsediğini gösterir, bu da iyi bir şey değil midir?
Elbette, işine titizlenmesidir bu. Ama bu dedikodu şöyle bir yöne gidiyor, sanki çalışması zor demek istiyorlar. Ben çok rahat çalıştım mesela.
– Belki de bu dedikoduyu Yavuz Turgul’la çalışmayanlar çıkartıyordur?
Evet galiba öyle, ben ona yoruyorum. Onunla çalışanlar söylemiyor bunu. Beraber çalıştığı insanla da paylaşıyor, burası bir ego meydanı, estiririm demiyor ki! Set çok klas bir setti ayrıca, üstelik ben klas setlere alışkınım (gülüyoruz).
– Bundan asla şüphem olmadı!
Teknolojik anlamda zaten standartlar belirli ama dostluk, arkadaşlık anlamında birbirine destek olmak anlamında çok özel bir setti. Başka başka jenerasyonlar bir aradaydık. Benim için bu anlamda da ilk tecrübedir. Bizim setlerde kamera önünde, arkasında aşağı yukarı aynı yaş grubundan kişilerle beraberiz. Aynı zamanlarda öğrene geldik bu işleri. Yavuz Abi ve Şener Abi’nin yaşsızlığı, geçmişte ortak çalışmalarından dolayı bir hayatlarının olması ve bu şekilde yumuşacık taşımış olmaları bizim için inanılmaz bir şanstı. Beraber çalışmayı hayal edeceğimiz birkaç kişiden ikisi!
– Öğrendiniz mi onlardan?
İşi ele alışları ilginç bir kere. Ben o kadar heyecanlı biri değilimdir, soğukkanlıyımdır hatta. Heyecan şu yönde oluyor, güzel bir şey çıkacağını hissediyorsun. İşini otomatiğe takmış biriyle çalışmak hiç hoşuma gitmezdi açıkçası. Senin de iyi yapmaya çalıştığın işlerin izleri, o insanların yaptıkları işlerden gelme. Seyirci olarak bile Yavuz Turgul, Şener Şen filmlerinden tatlar kalmış… Sonra bir bakıyorsun bunu bir sebebi var. Onların böyle bir geçirgenliği var, onlarla çalışırken ahkam keserek ‘Canım, şöyle oynamalısın’ gibi bir tonda konuşmalarına rastlamak mümkün değil.
– Şener Şen?
Ondan çok şey öğrendim, Şener Şen olduysan ve sete gelirken ezberini yaptıysan ve hatta kağıtlara kendi diyaloglarını yazıp ara sıra kontrol ediyorsan; sen mühim birisindir. Ha bu demek değil ki ben Şener Abi’den gördüm, kağıtlara yazıp çalışacağım! O bir metot, öğrenilen şu: Şener Şen’in bir metodu var demek ki. Basit bir şey ama önemli. Sen de kendine göre bir şeyler tutturuyorsun. Benim ezberim iyi değildir gerçi, idare ettiler beni (gülüyor).
BENİ SEÇTİLER KİMSE KUSURA BAKMASIN
– Yapımda ve yönetimde olmaman sana oyunculuk anlamında rahatlık sağladı mı?
Sağladı. Ben aslında korkarım böyle bir işe girişmekten ama Yavuz Abi var diye korkmadım. Mesele zaten güven üzerine kurulu. Sen bana güveniyor musun, ben sana güveniyorum dedik daha ilk baştan.
– O halde sen seçmelere katılmadın!
Büyük bir ihtimalle kafasındaki seçmelere katılmışımdır. Beni seçti, geçmiş olsun, kimse kusura bakmasın! Ama bu bir meseledir Türk sinemasında, ‘Sen beni bilmiyor musun?’ derler. Konu oysa burada insanların yeteneği değildir ki! O kişinin tekstle olan ilişkisidir. Sizi bir teksti okumaktan alıkoyan nedir ki mesleğiniz buysa? Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şeyi biz burada icat ediyor değiliz ki! ‘Kardeşim beni bilmiyor musun?’ denir mi, hepimiz yapıyoruz bu kabahati. ‘Ben kimsenin seçmesine gitmem’ diye düşünüyor herkes; öyle olur mu? Adam o rolü yapıp yapamadığınızı ölçmüyor ki, operasyonun bir parçası. O anda yapacağınız bir hareket, söylediğiniz bir söz o rolün sizin olup olmadığını gösteriyor. Bütün kabiliyetinizin ölçüldüğü bir an değil, bir görüşme sadece.
– Bu filme seçilenler en iyilerdir demek doğru mudur?
İşte tam tersini söylüyorum, bu roller için çok oyuncu denenmiştir mutlaka. Ama seçilmeyen daha az yetenekli diye geri çevrilmiş değildir ki. Öbürü buna daha uygun diye seçilmiştir, hepsi bu. Başka bir meseleden dolayı seçilmiştir. Mesleği oyunculuk olan insanların böyle şeyleri takacağını sanmıyorum. Birazcık işi bilen adam böyle olması gerektiğini bilir.
KADINLAR FİLMİN KADERİNİ BELİRLER
– Senaryo da yazdığın için, burada en azından kendi diyaloglarına müdahale ettin mi?
O konu tamamen Yavuz Abi’nin kontrolündedir. Değişiklik yapmak onun tasarrufunda. Ben bunu söyleyemiyorum diye bir şey yok. Söyleyemezsen ne işin var burada?
– Filmin gösterime girmesi heyecan yaratıyor mu?
Şöyle bir heyecanım var, filmin seyirci ile buluşması öyle göz ardı edilecek şey değil. Hiç kimse ‘Ben bu konuyla ilgilenmiyorum’ diyemez. Neticede filmin yaratacağı duyguyu merak ediyorum. Gişe ne olur? Bu bizim komedi filmlerinde de sorulur. Ben ne bileyim, kahvelerden otobüs kaldırmıyoruz ki! Herkes çok izlensin ister, bir de ben izleyenlerin duygularını merak ediyorum. Daha okurken, çekerken, üzerine çalışırken hep çok olumlu şeyler duydum. Film sıkı bir film, çıtası yüksek.
– Kadınlar da sevecek mi filmi, afiş erkek filmi gibi geldi bana?
Bilakis kadınlar çok sevecekler. Maço bir film değil, kadınlar sevecek, sinemada kadın seyircinin ciddi ağırlığı ve etkisi var. Filmlerin kaderlerini kadınlar etkiliyor.
– Sıradan insanları oynuyor ama sıra dışı bir hayat yaşıyor gibi algılanıyorsun; sıra dışı bir hayatın var mı gerçekten de?
Ben şunu düşünüyorum, filmdeki İdris karakteri benim hayatımdan daha marjinal yaşıyor. Hokkabaz’daki adam benden çok daha renkli bir hayata sahip, zaten sihirbaz. Benim kendi hayatım film olacak bir hayat değil ki! Benim oynadığım karakterlerden ekonomik durumum daha iyi o kadar (gülüyoruz)…
– Ailen sana nasıl davranır, mesela annen sana çıkışır mı, normal davranır mı; yoksa sen Cem Yılmaz markası gibi mi algılanıyorsun?
Normal mi? Elbette, daha dün onlarla beraberdim. Benim annem babam zaten 3 yaşımdan beri bir yıldız gibi davrandıkları için bir fark olmadı.
– Endişelerin, korkuların, kaygıların olur mu ileriye dair, uykunun kaçtığı geceler var mıdır?
Korkum şu; ben ocakta sahneye çıkacağım! Şu an en çok sahneye çıkmaktan korkuyorum, zor iş. 2.5 sene oldu. Benim şahsi endişem, heyecanım. Bahsettiğim korkunun içinde negatif bir şey yok. Yatalım kalkalım ve 10 Ocak gelmiş olsun istiyorum. Aradaki vakte tahammülüm yok. Bir an evvel olsun istiyorum, çok özledim. Ne anlatacağım acaba?
– Sahi ne anlatacaksın?
Bilmiyorum (Gülüyor)…
ELİF AKTUĞ
elif.aktug@aksam.com.tr
http://www.aksam.com.tr/yavuz-turgul-denince-bizim-icin-akan-sular-duruyor–1143h.html
708 defa okundu.
Beğenmediğim senaryoda oynayacağıma bulaşıkçılık yaparım
06 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
http://pazarvatan.gazetevatan.com/yazardetay.asp?yaid=207&hid=16410&yaz=Ayşe Aydın
415 defa okundu.
25 YILLIK DOSTLUK VE İŞ BİRLİĞİ – ŞENER ŞEN YAVUZ TURGUL
06 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, İnternet Haberleri, Röportajlar, Yazılar
25 YILLIK DOSTLUK VE İŞ BİRLİĞİ
İçine Muhsin Bey’ler, Eşkıya’lar, Gölge Oyun’ları, Gönül Yara’ları sığmış 25 yıllık dostluk ve işbirliğinin son ürünü, ‘Av Mevsimi’. Yavuz Turgul ve Şener Şen, Milliyet Sanat’a filmlerini ve onları bir arada tutan şeyleri anlattılar
En sevdiği filmlerin başında ‘Muhsin Bey’ gelen, gönlünde ‘Hababam Sınıfları’na, ‘Züğürt Ağa’lara, ‘Sultan’lara özel yer ayrılmış biri olarak bu buluşmaya ödüm patlayarak gittiğimi itiraf etmek zorundayım. Bir, yaptıkları işlere büyük saygı duyduğum bir değil iki kişiyle konuşacaktım, üstelik bunlar öyle her fırsatta uzatılan teyplere içlerini döken insanlar değildi. Hele ki bir arada… İki, Yavuz Turgul’un aksiliği dillere destandı. ‘Tersliğinden’ yüzüne karşı bu kadar rahat söz edilen insan da az gördüm doğrusu. Kendisi de bu özelliğiyle çok barışık olduğundan herhalde.
İkilinin son filmi ‘Av Mevsimi’, bir polisiye. Bir cinayet var, üç polis var ve yine fragmanın final cümlesinden tahmin edileceği gibi onların ‘hayatı değişiyor’ bunu çözmeye çalışırken. Röportajımız ise, çok şükür hiç korktuğum gibi geçmiyor. Hele iki eski dostun şakalaşmalarını izlemek eşsiz bir deneyim.
* İlk defa bir cinayet filmi çekiyorsunuz…
Yavuz Turgul: Zamanı geliyor bazı şeylerin. Ben bütün türlerin iyilerini çok severim, ayırt etmem. Polisiyeye de çok özel bir ilgim var, çünkü sinemada canımın sıkılmasından hoşlanmam. Çok ağır ve sizi çok değerli fikirleriyle allak bullak eden insanlar vardır ama o biraz uzun uzun bir şeyleri gösterme halindedir. Onun yerine böyle zihin açıcı, başka türlü bir filmi daha çok tercih ediyorum. Kendim bu kadar sıkılıyorsam kimseyi sıkma hakkım olmadığını düşünüyorum bir de.
* Klasik bir polisiye özellikleri taşıyor mu film?
Yavuz T.: Bu hikayelerin ustaları biliyorsunuz, hep merakı son ana kadar götürür ve hiç ummadığınız bir şey çıkar. Biz o yolu izlemedik. Bizim her şeyimiz açık. Çünkü bir cinayetin nasıl işlendiği ve kimin tarafından işlendiğinden ziyade, o cinayetin ruhlarda yarattığı etki üzerinde durmayı tercih ettik.
* Sizin için de polisiye farklı bir tür…
Şener ŞEN: Ben çok çeşitli yerlerden geldiğim için, polisiye, dram, komedi diye ayırmıyorum. Beni olayın bütünü ilgilendiriyor, bir de o bütün içinde bana verilen görev… Ama Yavuz’la çok çalışan bir oyuncu olarak diyebilirim ki bu filmde bir üslup farklılığı var. Yavuz’un şimdiye kadar yaptığı işlerden anlatım olarak, resim olarak, dil olarak farklı.
* Oyunculuğunuz konusunda size karışılmasına izin verir misiniz?
Şener Ş.: Sinema bireysel bir iş değil. Önce iyi bir senaryodan yola çıkılır, sonra iyi bir yönetmenle o yol tamamlanır. Geriye sadece onu yorumlama kalıyor. Oyuncular yaratıcı sınıfında değil. Malzemesi zenginse, yönetmenin dediğini iyi anlamışsa, lazım olan şeyleri ortaya çıkarabiliyorsa, iyi oyuncunun tanımı budur.
* Yani siz tam anlamıyla teslim oluyor musunuz yönetmene sette?
Şener Ş.: Prensibim zaten odur. Evet demem zordur, herkesle çalışmam da zordur ama evet dersem de, kesinlikle yönetmeni dinlerim.
* Öyle midir gerçekten?
Yavuz T.: Şener öyle diyorsa öyledir. Şener inanmadığı hiçbir şey söylemez.
* En çok hangi filminizi seviyorsunuz birlikte yaptıklarınızdan?
Şener Ş.: Ben sevmediğim filmde oynamadım. Bir de şey derler ya, “Hepsi yavrularım, nasıl ayırt edeyim?” Biz zaten baştan eve girecek çocukları seçiyoruz. Benim senaryo okumam değişiktir. Oyuncular genelde hep önce rolüne bakar. Hatta tiyatroda herkes repliğini sayar. Şehir Tiyatrosu’nda bizim eski kuşakta öyledir. Ben, bütününe bakarım. Bütünü içinde bu rol ne ifade eder ve o bütünden seyirci ne algılar? Rolüm çok parlak olsa bile senaryonun bütünü beni mutlu etmediyse gene oynamam.
Yavuz T.: Amma zor adamsın be.
* Bir tek sizinle oynuyor o yüzden yıllardır…
Şener Ş.: Hep uğraşıyorum, bakıyorum ama başka çıkmıyor, ne yapayım?
Yavuz T.: Yok şimdi artık belli olmaz. Önümüzdeki dönem olur belki.
* Evet, bir Mimar Sinan oynayacağınızı duyduk…
Şener Ş.: Öyle bir tasarımız var, Mustafa Oğuz’la, Çağan Irmak’la bir projemiz. Ama daha hazırlık safhasında.
Yavuz T.: Bu da beni kırdı tabii. Bunca zaman sonra sen tut başka yönetmenlere git. İhanet gibi bir şey bu, karını başkasıyla yakalamışsın gibi…
* Siz de başka oyuncu bulursunuz belki…
Yavuz T.: Tabii, hemen arıyorum şimdi.
Şener Ş.: Biliyorum, Yavuz’un intikamı acı olacak.
* Ekipteki genç oyuncularla aranız nasıldı?
Şener Ş.: Valla ben o kadar faydalandım ki. Bunu içtenlikle söylüyorum. Yeni kuşağın en parlak iki oyuncusuyla bir arada olmak benim ufkumu açtı. Melisa (Sözen), diğer yan rollerdeki arkadaşlar, Rıza (Kocaoğlu)… Sonra Çetin Bey (Tekindor) ile hiç bir araya gelmemiştim. Aynı kuşak olmamıza rağmen farklı yerlerden geliyoruz. Burada, hepimiz aynı potada buluştuk. Tabii ki Yavuz’un bunda büyük etkisi var, belli bir üslup oluştu burada, herkes bildiklerini unutup bu filmin gerektirdiğini yapmaya çalıştı.
* Peki, “Okan’ın üzerinden silindir gibi geçtim” derken ne kastettiniz?
Yavuz T.: Şener söyledi onu işte, bunlar kendi bildikleriyle geliyor ve ilk öğrenmeleri gereken şey de “Kendi bildiklerinizi unutun” oluyor. Şener buna çok alışkın. Hepsinin üzerinden silindirle geçildi aslında. Arada o kadar büyük jenerasyon farkı var ki, Çetin, Şener bir tarafta, arada tam ne olduğu belirsiz Cem, okumuşlar takımından Melisa, Okan… Ve onlar bütün bildiklerini yanlarında getirdiler. İşte onları unutup bambaşka bir noktaya sıçrayabilmeleri için kimi zaman silindir olmak gerekiyor. Geride bırakamıyorsun nidalarını, sesini… Çetin Bey’den sesini terk etmesini istedik yani, adamın en büyüleyici yanı. Şimdi bu ne kadar zor bir şey, adam kaç yaşında, gelmiş kemik gibi yapışmıştır bütün bildikleri ona, kurtulamaz. Ama hayranlık duydum ona, inanılmaz bir şeydi. Gençler, “Çözdük biz bu işi” gibi gizli kibirlere de sahipler. O gizli kibiri bir kere yiyip yutmak lazım. O arada da kimi zaman vahşi yollar deniyorsunuz.
* Sizin birlikte bu kadar iyi çalışabiliyor oluşunuzun bir nedeni de ‘sinemayı birlikte öğrenmiş olmak’ herhalde…
Şener Ş.: Valla 1975’ten beri beraberiz, Arzu Film’den beri, ki benim ilk popüler olmam ‘Hababam’ serileriyledir. Ben oraya girdim, muhteşem bir ekiple karşılaştım. Ertem Abi, Yavuz Turgul, Sadık Şendil, Kemal (Sunal), Halit (Akçatepe), Tarık (Akan) oradaydı, Münir Özkul, Adile Naşit, böyle bir ekip. Orada bir ruh vardı. Tek amaç sinemaydı… Benim de sinemayı bu kadar ciddiye almamın nedeni Arzu Film’dir.
Yavuz T.: Sonra kara dönemler gelmeye başladı, bulutlar grileşti, fırtınalar, yağmurlar…
* Cem Yılmaz’dan söz ederken “İyi insan” lafını kullandınız. Bunu önemsiyorsunuz çalıştığınız insanlarda…
Yavuz T.: En çok önemsediğim şey. Bir bütün halinde bir yere doğru yolculuk yaparken, hani kıskançlığıyla, sıkıntılarıyla, dertleriyle, beğenmez yanlarıyla, böyle her şeye b.ka bakar gibi bakan insan hayatta istemem ben. Zaten ben öyleyim. Diğerleri, mesela Şener, muazzam bir moral kaynağıdır, çok iyi abilik yapar. Onun dışında işte Cem, burası onun alanı değildi, şüpheler, kaygılar taşıyabilecekken o da ‘Yavuz abilerle’ büyümüş, çok sevmiş ‘Muhsin Bey’leri, koşarak geldi. En sıkıntılıları Okan’dı. O da kulağında ipod bir köşeye çekilir, neyse onu da hallettik. Melisa inanılmaz bir insan, Çetin Bey acayip mütevazı ve işte bütün bu grup hep birlikte bir yere gittiği zaman birisi çıkıp kıllık yapmıyor. Bir tane bela yeter, o nedenle diğer bela olması muhtemel insanları istemem ben sette.
* İş dışında görüyor musunuz?
Şener Ş.: Görüşüyoruz. Sette gördüğümüz Yavuz’la özel hayattaki Yavuz’un hiç alakası yoktur, çok keyifli bir arkadaştır diğer zamanda. Sette zordur. Bu kadar çalışmama rağmen, Yavuz’un her türlü halini bilmeme rağmen zorlandığım anlar benim de olur. Çünkü o an işin içinden çıkamayız. Onun geçmesini beklemek lazım.
Yavuz T.: Yazıklar olsun Şener.
* Siz de bunu rahatlıkla itiraf ediyorsunuz ama zaten…
Yavuz T.: Az bile söylüyor, canım, kibarlığıyla yine. Nefret ediyorlar benden hepsi, biliyorum.
Şener Ş.: Özel hayatta çok farklı ama. Özellikle Yavuz’u tanımayanlar için hakikaten çok zor anlar oluyor sette. Paralize olan, kitlenen, en basit cümleyi karıştıran ne öyle özgüveni fazla insanlar gördüm.
433 defa okundu.
İyi senaryo hep Yavuz’dan geliyor.
03 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Yavuz Turgul’un yönettiği ‘Av Mevsimi’nin oyuncuları Şener Şen, Cem Yılmaz, Melisa Sözen ve Okan Yalabık, filmi ve karakterlerini anlattı ŞENER ŞEN:
Birçok kişiye göre Türkiye’de yaşayan en büyük oyuncuların başındasınız. Ama sizi perdede görmek için Yavuz Turgul’un film çekmesini beklemek gerekiyor.
Benim öyküyle ilgili takıntım var. Yani filmde neyi anlatacağız. Tabii bunun sinemadaki karşılığı da senaryo. İyi bir senaryo beni heyecanlandırır. Evet demem için senaryodan etkilenmem lazım. Yani kendimi göremezsem o projede başka bir şey konuşmadan ‘Hayır’ diyorum.
Sizin farkınız burada galiba…
Evet. Çünkü senaryo sinemanın en zor yeri. Başlangıcı, birinci adımı ama en zoru. Özeti bu. İyi senaryo da hep Yavuz’dan geliyor çoğunlukla çünkü o da senaryo için parçalanan birisi. İkimiz de Arzu Film ekolünden geliyoruz. Orada da birinci olay senaryo idi. Ama bu olmazsa olmaz kural mıdır? Değildir tabii. Sinemada herkesin yaklaşımı farklıdır.
Peki senaryoda kendimi görmem lazım dediniz. ‘Av Mevsimi’nde kendinizi nasıl buldunuz?
‘Kendimi buldum’ derken bu yanıltıcı bir cümle de olabilir. Yani oyuncu egosuyla önce kendisiyle ilgili şeyler arıyor gibi de olabilir. Tam bu değil. Yani bütün beni ilgilendiriyor. Bazen, rolüm çok parlamasa da, ama hikaye öykü cazip gelirse o filmi de kaçırmak istemem. Ama Yavuz’dan gelen bütün senaryolarda beni heyecanlandıran bir yan var zaten. Bu da onlardan biri.
Biraz önce bahsettiğimiz filmlerin büyük kısmında ortak bir yön var. ‘Muhsin Bey’den başlayarak ‘Eşkıya’, ‘Gönül Yarası’, Gölge Oyunu’nu da katarsak; yaşanılan çağın gerçekliğine ‘çağın dışında’ kalmış bir karakterin sokulması göze çarpıyor. Bu filmde de öyle mi?
Bu Yavuz’la ilgili bir yaklaşım. Her sanatçının dönemleri olur. Şimdi eski değerlere bağlı, yeniyi kavrayamayan insanların öyküsünü Yavuz çok yaptı. Seviyor da. Bu tam öyle değil. Rolü gereği eski. Öyle eski değerlerle yenilerin çatışmasını anlatmıyoruz bu filmde. Sadece komiser, emekliliğine çok az kalmış, yaşından ötürü bana uygun bir rol olduğu için diyelim. Değişik bir Yavuz Turgul sineması göreceğimizi söyleyebiliriz. Bir cinayet anlatıyor. Bu bir polisiye bir film. Şimdiye kadar denemediği bir alan.
Türkiye’de son dönemde polisiye olarak Uğur Yücel’in çektiği ‘Ejder Kapanı’ vardı. O bir yol açtı. Şimdi ‘Av Mevsimi’ geliyor. Bu trend sinema da polisiye sinemasının kanallarını açar mı?
Valla Yavuz’un farklı bir gözü var. Polisiyede de farklı bir bakış yakaladığına inanıyorum. Sadece cinayet çözme meselesi değil. Cinayeti çözen insanlara da ilgiyi yöneltiyor. Bunlar ne yapıyor, bunların hayatlarında neler oluyor gibi sorular da ortaya atıyor. Ve dil, biçim açısından da farklılıklar var.
Komedi filmlerinde yer aldığınız dönemlerin en önemli ismiydiniz. Şimdi başka bir dönemin en önemli komedi figürü Cem Yılmaz ile birlikte oynadınız. Deneyimli bir oyuncu olarak Cem Yılmaz’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bunu çeşitli vesilelerle çekim sırasında da dile getirdim. Çünkü iyi bir şey beni heyecanlandırır. İyi senaryo, iyi oyunculuk… Cem’in oyunculuğu beni heyecanlandırdı. Bunu söyleyebilirim. Cem çok farklı ve başarılı bir Cem göreceğiz.
Türkiye’de gişe rekorları kıran bir tür komedi ile uluslararası festivallerden ödüllerle dönen başka bir damar sinemada birlikte yol alıyor. Bugünün sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii uzun yıllardır bu işin içindeyim. Ben sorunu aynı görüyorum hep. İyi film vardır. Kötü film vardır. Hangi türde yaparsanız yapın, iyi film zor bir şeydir. Bela bir şeydir. Bunun bugünle de alakası yok. Bu sinemanın sorunu. Bütün iş anlatacağınız öyküde. İnsanlara, insana ait ne söyleyeceksiniz. Bunu güzel becerirseniz, filminiz ilgiyle karşılanıyor. Ama bu söylendiği kadar kolay bir şey değil.
Bunu ilk başta konuştuğumuz senaryodaki seçiciliğinize bağlarsak, ‘iyi hikaye anlatan filmlerin az olduğu’ sonucunu çıkartabilir miyiz?
Dünyada da az. Bize özgü bir durum değil. Düşünelim Hollywood her türlü olanağa sahip. Bu kadar büyük bir güç çuvallıyor. Her filmi başarılı olmuyor. Büyük bir sektör olunca uğraşanı da var. İyi bir senarist milyon dolardan aşağı kazanmıyor. Her alanda uzmanlaşma var. Peki, bütün bunlara rağmen başarısız filmler görüyoruz. Starları var. Peki sorun ne: Senaryo
Son olarak, umarım Yavuz Turgul’la birlikteliğiniz devam eder ve daha birçok filme birlikte imza atarsınız. Sizi Yavuz Turgul imzası taşımayan bir filmde görebilecek miyiz?
Her an olabilir. Ben bunun için uğraşıyorum. Ama bugüne kadar olmadı. Tam başka bir senaryoya ikna olur gibi oluyorum ama sonunda Yavuz’un uzattığı proje en beğendiğim oluyor.
Hayat algımı değiştiren bir süreçti
Okan Yalabık:
Av Mevsimi ekibine dahil olma serüveni nasıl gerçekleşti.
Mart ayında gelen bir telefonla oditioun’a çağrıldım. Bu vesileyle sürece girdim. İki aşamalı oditioun’un ardında provalara dahil oldum.
‘Yılan Hikayesi’ dizisinde de ‘acemi polis’ durumunuz vardı değil mi?
Evet…
Karakterden bahseder misin?
Hasan Adıgüzel. Sosyal antropolojide yüksek lisans öğrencisi. Seri cinayetler üzerine de bir taraftan tez yazıyor. Ve teşkilata da yeni girmiş bir taraftan. Cinayet masasında bu ekibe yeni katılmış acemi bir polis. Aslında durumu ve hali itibariyle mesleki anlamda arada kalmış biri. Bir aidiyet sorunu olsun, polislik mesleğiyle olsun, hazırlandığı evlilik kurumuyla ilgili olsun ciddi bir aidiyet sorunu var.
Peki, Yavuz Turgul’la çalışmak nasıl bir deneyimdi..
Çok önemli ve dolu dolu geçen bir süre aslında. Her oyuncu için önemli bir zaman bu. Hayat algınızı da değiştiren bir süreç bu. Her an bir kafanın içerisinde olduğunuzu hissediyorsunuz, yönetmenin istediğini almasıyla ilgili olarak. Tabii ki bunun metodları vardır. Yavuz Hoca da bu anlamda kendi değerleri ve istedikleri doğrultusunda tabii ki oyuncuyla birebir ilişkiye giriyor.
Peki başka türlü bir isim Şener Şen ile çalışmak nasıldı…
Bu işin içerisinde ustalarla birlikte bir yerinde yer almak, her gün mesaide yer almak. Ortak bir konsantrasyonda bulunmak çok önemli. Şener Şen ile büyüyen bir jenerasyona dahilim. Keza Yavuz Turgul filmleri. Aynı şekilde Çetin Tekindor da çok önemli benim için.
Polisiye bizde tür olarak gelişmiş bir tür değil. Televizyondakiler daha çok komedi sosuna bulanmış durumda. Burada daha dramatik bir hikaye var. Filmi, Türkiye sinemasında hangi noktaya koyabiliriz.
Evet tür olarak, polisiye macera diyebiliriz. Ama bir taraftan da her film, her yönetmen, her hikaye oyuncularıyla beraber aslında kendi dünyasını sunar. Ben filmleri birbiriyle çakıştırmaktansa, kendi kimlikleriyle yer aldıklarını ve o şekilde konumlandıklarını düşünürüm. Amerika’yı tekrar keşfetme iddiasında olduğunu düşünmüyorum filmin, Yavuz Hoca’nın da böyle bir iddiası yok. Güzel bir film yapma konsantrasyonundaydı herkes. Seyircinin beğenisine kaldı her şey.
Film bitti, artık neler var
Tiyatro Krek’teki oyun devam ediyor. Dizi olarak Kanuni Dönemi’ye ilgili ‘Muhteşem Yüzyıl’ isimli bir dizi de rol alıyorum.
O da benim gibi dertli bir adam
CEM YILMAZ:
Kendi filmlerini çektiğin dönemde ‘benim için en kolayı oyunculuk’ demiştin. Hâlâ aynı şeyi düşünüyor musun?
Dürüst olmak gerekirse, ben onu şu sebeple söylememiştim. Bir filmi yaparkenki unsurlardan, senaryo, postprodüksiyon ve diğer şeyler arasında benim için ‘en kolayı’ oyunculuk’ diye söylemiştim. Filmi film yapan metni yaratma meselesi daha zor. Belki de yönetmenlik de bundan sonra gelir. İşi idare etmek. Ama oyuncunun işi birazcık daha kolay. Hele hele bir yönetmenle çalışıyorsanız. Hele yönetmen tekstin de sahibiyse oyuncunun işini bayağı bir kolaylaştırıyor.
Bugüne kadar ‘zor’ kısım diye tabir ettiğin bölümlerinde yer almadığın bir filmde oynamadın. Şimdi herkes Cem Yılmaz’ın oyunculuğunu daha fazla merak ediyor.
Bir şey söyleyeyim mi, benim yazdığım oynadığım filmler hakkında da çok şey söylendi. Yani çok geniş bir yelpazede değerlendirmeler yapıldı. Ama bana birisi şunu sorsa haklı olabilir: ‘Kardeşim ne bulaşıyorsun bu işlere?’ Ben bu işi yapmaktan zevk alıyorum. Dolayısıyla yaptığım iş başkasının kontrolünde de olsa, kendim çekiyor olsam da aldığım zevk değişmiyor. Temelde duygum aynı. Bir filmin bir yerinden de olsa parçası olmak. Öte yandan, böylesine dramatik, ciddi bir filmde oynamak çok ciddi bir dönemeç gibi gelmiyor bana. Bir karakteri canlandırmakla ilgili bir vazife verilmiş, adam da yapmış. Burada gerçekten cebimden tavşan çıkarmıyorum. Hoca demiş ki ‘Cem oynasın’, ben de demişim ki ‘Acaba oynayabilir miyim? Deneyelim.’ Ve oldu.
Bu soru çok sorulmuştur ama sormadan olmaz. Şener Şen’le oynamak nasıl bir duygu?
Şöyle bir durum var. ‘Şener Abi’den çok şey öğrendim’ gibi yalan dolanlardan bahsetmeyeceğim. Benim sektörün dışında bir hayatım oldu. Dergicilik benim hayatımda daha fazla yer kaplıyor. O zamanlar sahnedeki, perdedeki üretimlere hep alaycı yaklaşırdım. ‘Niye bizde böyle güzel şeyler olmuyor’ diyen taraftaydım ben. Ama Şener Abi’lerin geçmişine baktığımız zaman, acayip zamanlarda film üretmişler. Senede 300 film yapılan bir dönemde. Eliyorsun o jenerasyondan, mizahla harmanlanmış, sinemasal şıklıklarla donatılmış yapımları, güzel senaryolu filmleri Yavuz Abi’yle Şener Abi çıkıyor karşımıza. Onlardan da beklediğin şu oluyor. ‘Ne diyecek acaba senin yaptığın işle ilgili.’ Beğeniyorlar mesela. Daha iyi olmasını arzu ediyorlar. O zaman mutlu oluyorsun. Şener Abi’yle oynarken eğer o sana ‘Delikanlı gel iki dakka. Bak şimdi şekerim biz yıllarca yaptık…’ dese olmaz. Hayatımda bunları çok gördüm. Çoğunda ne yazık ki bu tür şeyler duyuyorsun. Bu üzücü. Ben artık orta yaşlıyım. Bunları duysaydım çok üzülürdüm. Çetin Tekindor da öyle. Bildiğin konservatuvarda hoca ya. Bütün provalarda birbirimizin halini düşünsene. Ben ne akala. Ben evimde oturuyordum on sene önce. O sırada birinin 30 filmi ötekinin 120 oyunu falan vardı.
Filmdeki karakterden biraz bahsedelim. İdris isimli sorunlu bir polisi canlandırıyorsun.
Dertli bir adam. Mesleği çok dertli. Şimdi polisiye filmden böyle CSI havalar devşirmek istiyoruz ya. Bunun CSI’ında değil bu karakter. Dertli adam. Bir de hayat gailesi var. Bu tip karakterde kendine benzerlik arama meselesinde benim ondan araklayabileceğim şey bu: Dertli olması. Onun dışında hiç bana benzemiyor.
Biraz arızalı da bir karakter….
Evet. Ama meslekte çok perişan be kardeşim. Bir gün takılsan cinayet masası polisleriyle anlardın. Bunun tedavisi nasıl oluyor ben anlamıyorum. Bir polisle konuştum. Akrabalarıyla konuşurken, birden bire onları sorgularken buluyormuş kendini. Mesela hiçbir yere gidip kapıya sırtlarını vermiyorlar. Gözleri daima kapıda. Hep yandaki masada konuşulanları dinliyorlar. Kaldı bunlar bende biliyor musun filmden sonra. Hani bazen diyorlar ya hepimize ‘Senin işin de ne zor ya’ diye. Beyin cerrahı adam sana bana diyor ki ‘Sizin işiniz zor.’ Bu adamlarla bu kadar takılınca zorluğu görüyorsun gerçekten. Havalı mı dersen çok havalı. Ama sert.
Bu filmi Türkiye sinemasında nasıl bir yere oturtuyorsun peki…
Bir topluluğun sinemasında belki de her türün olması gerekmiyor. Yani film zaten bununla da birazcık ilgili. Kurgu bir polis, seyircinin zekasını zorlayacak cinayet gibi işler çok acemice geliyor bana. Ben öyle çok senaryo girişimi okudum. Ben de yaptım zamanında. Çekmedim o filmi Allah’tan. Acemilerin ilk oynaştıkları türdür polisiye.
Kolaydır belki de….
Çünkü bir tane meseleyle uğraşıyorsun. Ama bu sefer başka bir şeyi ıskalıyor: Karakteri. Belki CSI’ları izledikten sonra onun gibi davranmak isteyen polisler olabilir. Ama hayat buna izin vermiyor. Bir CSI’lardaki polisin ne kadar maaş aldığını bilmiyoruz. Ama ben buradaki polisin ne kadar maaş aldığını bilerek oynuyorum o rolü. Bizim filmin belirgin özelliği, karakterlerin hayatlarıyla da ilgili. Bunun bizim sinemamızda olmasının faydası olduğunu da düşünüyorum doğrusu.
Bir saniye bile olsa oynardım
MELİSA SÖZEN:
Daha önce, Çağan Irmak ve Derviş Zaim gibi yönetmenler de de çalıştınız. Yavuz Turgul’la çalışmak nasıl bir duygu?
Çok güzeldi. Başlarken, hem heyecanlıydım. Hem çok mutluydum. Hem çok tedirgindim. Bu filmin içine dahil olduktan sonra, böyle bir ekibin içinde yer almak, böyle bir senaryoda olmak büyük sorumluluk gerektiriyor. Bir şekilde çok çalışmam ve altından kalkmam gerekiyordu. Ama Yavuz hocayla karakter ve sahneler üzerine çalışmaya başladıktan sonra birazcık daha rahatladım.
Filmdeki karakterden bahsedelim biraz.
Asiye, İdris’in eski eşi. Karadenizli ve o da İdris gibi baskın bir karakter. O damar onda da var. Ve bir polis eşi olmanın zorluklarını yaşıyor. Çünkü İdris’in paranoyaları ve kıskançlıkları artıyor. İki çocukları var ve Asiye o iki çocuğa rağmen dayanamıyor ve gidiyor.
Yavuz Turgul’un oyuncularını çok zorladığı söylenir. Filme başladıktan sonra bunu hissettiniz mi?
Aslında şöyle bir şey oluyor. Bir çok yerde ilk akla gelen, ezbere yaptığınız, kodlanmış şeyler vardır ya onların hepsini unutuyorsunuz. Gerçek, hakiki olanı istiyor. O tepkilerin Asiye’nin tepkileri olmasını istiyor. İdris’le, Selman’la ve diğerleriyle ilişkisini düşünürken, Asiye neye sevinir, neden mutlu olur, neye tepki gösterir. Öyle düşünmenizi istiyor. Dolayısıyla oyuncudan son derece bu işe hakim ful konsantre bir disiplin istiyor. Bütün bunlar olduğu zaman, yaratmak istediğiniz karakter de karakter olmaktan çıkıp var oluyor. Dolayısıyla bu anlamda dersinizi çok iyi çalışmanız gerekiyor.
Şener Şen ve Cem Yılmaz birbirinden farklı ama çok önemli figürler. Onlarla birlikte çalışmak nasıldı?
Benim için ikisi de muazzam oyuncular. Bir sahne üzerinde karşılıklı çalışmak hem çok keyifli, role dair alışveriş çok üst düzeyde. İşini bilen insanlarla çalıştığınız zaman başka bir şey oluyor.
Bir oyuncu olarak gözleminizi sormak istiyorum. Herkes Cem Yılmaz’ın performansını merak ediyor. Çünkü bugüne kadar olmadığı bir role bürünüyor. Siz bir oyuncu olarak onu nasıl değerlendiriyorsunuz.
Fragmanda da görüldüğü gibi ve filmin tanıtım notlarında da yazıldığı gibi bambaşka bir karakter gerçekten. Ordaki Cem Yılmaz değil. Benim çok haddim değil tabi ama ben oynarken bambaşkaydı. Ben çok beğendim. İnanılmaz yetenekli. Aslında işin özeti şu: Filmin içinde Şener Şen, Şener Şen değil, Cem Yılmaz Cem Yılmaz değil. Onlar Ferman ve İdris. Yavuz Hoca böyle bir dünya yaratmayı başarıyor. Bu dünyaya ikna oluyorsunuz.
Türkiye sinemasında kadın karakterler yaratılmasında ve derinleştirilmesinde sıkıntılar olduğu yazılıp çiziliyor. Sen Asiye’nin yeterince derin ele alındığını düşünüyor musun?
Kesinlikle. Çok güzel bir senaryo. Benim ağırlığım, kadın oyuncu olarak buradaki duruşumla değerlendirilemeyecek bir senaryo bu. Bir saniye de olsa, sen buradan geçeceksin deseydi de Yavuz Turgul ben yine de bu işin içinde olmayı çok isterdim. Gerçekten çok şey öğrendim.
Çok genç bir oyuncusun. Ama ‘Bıçak Sırtı’ dizisinden sonra burada da çocuklu ve olduğun yaştan daha büyük bir kadın rolüyle karşımızdasın. Bunu neye bağlıyorsun.
Ne diyebilirim ki. Aslında yönetmen sineması bu. Benimle hiçbir alakası yok durumun. O sırada o karaktere en yakın, kafasında kurduğu karaktere resim olarak oturttuğu karakterler bunlar. Benimle hiç ilgili değil
Şenay AYDEMİR Radikal Gazetesi
341 defa okundu.
Şener Şen ile Oynamak İçin Yalvarabilirdim
01 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
“Şener Şen’le oynamak için yalvarabilirdim”
Türk sinemasının usta oyuncusu Şener Şen ve beyazperdenin genç ismi İsmail Hacıoğlu “Kabadayı”da baba-oğlu canlandırıyor. Şen’in kadroda yer alması Hacıoğlu’nun film teklifine “atlamasına” sebep olmuş
ELİF BERKÖZ ÜNYAY
Şener Şen ve İsmail Hacıoğlu ile pek çok ünlünün röportaj randevusu verdiği Cihangir’deki Susam Cafe’de buluşuyoruz. Önce Hacıoğlu geliyor. Şen kafeye girince birbirlerine “Oğlum”, “Babam” diyerek sarılıyorlar. Hacıoğlu ustasının yanında çok sessiz ve saygılı. Şen’in yaptığı esprilere kayıtsız kalamıyor ama. Kahkahalarla gülüyor.
Birlikte rol aldıkları ve baba-oğlu canlandırdıkları “Kabadayı” filminin çekimleri tahmin edilenden çok daha kısa sürede, 1,5 ayda bitmiş. Hacıoğlu “Sette her şey yolunda gitti. Hiçbir aksilik yaşanmadı. Oyuncular da çok iyi anlaştı” diyor. Şener Şen’e Hacıoğlu’nun oyunculuğunu nasıl bulduğunu soruyorum. Şen “İsmail oyunculuğunu tartışma dönemini geçirmiş bir isim. Kendini ispat etmiş iyi bir oyuncu. Filmde de çok iyiydi” diyor. Hacıoğlu ise Şen’le oynayacağını duyunca teklife atladığını söylüyor.
“Züğürt Ağa”, “Muhsin Bey”, “Gölge Oyunu”, “Eşkıya”, “Gönül Yarası”… Yavuz Turgul ve Şener Şen’in dostluğu, beyazperdedeki işbirliği yıllardır devam ediyor. Yavuz Turgul senaryosunu yazdığı filmlerin yönetmenliğini kendi yapıyor. İki istisna dışında. İlki 1985’te, Nesli Çölgeçen’in yönettiği “Züğürt Ağa”. İkincisi bu hafta vizyona giren ve yönetmenliğini Ömer Vargı’nın üstlendiği “Kabadayı”. Her iki filmin başrolünde de Şener Şen var.
Şener Şen
“Yönetmenimizle birlikte o alemin raconlarını bilenlerden bilgi aldık”
Yavuz Turgul’un en çok çalıştığı oyuncu sizsiniz herhalde. Onun yazdığı senaryoyu okumadan da “Ben bu filmde varım” der misiniz?
Evet, derim. 1984’ten itibaren, yani benim başrol oynamaya başladığım yıldan beri Yavuz Turgul filmlerinin çoğunda oynadım. Eğer bir senaryo Yavuz’un imzasını taşıyorsa ve o “Şener bunda oynayabilir” derse, belki iddialı bir laf ama senaryoyu okumadan da kabul ederim. Bu kadar zor seçim yapmama rağmen…
“Senaryolarında hiçbir laf boşuna söylenmez”
Hayat verdiğiniz Yavuz Turgul karakterlerinde “oynama” yapar mısınız? “Gel şunu biraz değiştirelim. Şöyle bir şey eklesek mi?” gibi?
Yavuz senaryonun her şeyini bitirdikten sonra oyuncuya verir. Senaryonun üzerinde yapılacak değişiklikler Yavuz’un senaryosunu bozar. Yavuz’un senaryosuna, karakterine bir değişiklik yapma, bir ekleme yapma gereği duymazsınız. Buna izin vermez zaten.
Karakterle ilgili mutsuzsanız değişiklik yapmak istersiniz. Ben bu duyguyu Yavuz’un hiçbir projesinde hissetmedim. Her şey o kadar hesaplanmıştır ki… Bir matematikçi mantığıyla senaryolarını hazırlar. Hiçbir laf boşuna söylenmez. Hiçbir davranış boşuna yapılmaz. Her şeyin hesabı vardır senaryoda.
Yavuz Turgul dışında bir senaristin senaryosuna “Evet” demeniz için ne gerekli? Aradığınız nedir senaryoda?
Bunun matematiği, formülü yok. Benim için önemli olan senaryoyu okuduğum zaman bana geçen duygu. “Bu filmde oynayabilirim” demeliyim. Ancak bunu dedikten sonra sıra yönetmenine ve oyuncusuna bakmaya gelir. Benim için birinci safhada senaryo var. Önceliğim senaryo.
Ali Osman oğlu Murat “Sen mafyasın” deyince çıldırıyor. “Ne polisi ne milletvekilini arkama almadım. Uyuşturuca da, kadın da satmadım. Mafya değilim” diyor. Ali Osman nasıl bir kabadayı?
Ali Osman, Yavuz Turgul’un yarattığı bir karakter. Bunun hayatta birebir karşılığı var mı yok mu bilemem. O Yavuz’un hayal dünyasından çıktı. Tabii gerçekle örtüştüğü oranda inandırıcı geliyor seyirciye. Ali Osman kabadayılarla ilgili özellikleri de barındırıyor.
Kabadayılar günümüzde rastlanmayan, nesli tükenmiş adamlar. Kendi ilkeleri, doğruları var. Tabii sütten çıkmış ak kaşık değiller. Geçmişleri belalı. Vukuatları var. Cinayetleri var. Geçmişte onların dedikleri neredeyse kanun gibiydi. Bir nevi yasa koyucu gibiydiler. Kendilerine göre bir adalet anlayışları vardı. Ali Osman da böyle bir kabadayı.
Ali Osman eski bir kabadayı. Karşı karşıya geldiği Devran ise mafya. İkisinin ne farkı var?
En belirgin fark dönem farkı. Ali Osman tipi kabadayılar bireysel davranır. Kendi güçleriyle, bireysel yetkinlikleriyle, dövüş gücüyle, silah gücüyle hareket ederler. O alemde bireysel olarak ilerliyorlar. Günümüzde Devran’ın temsil ettiği yeni organize çetelerin büyük sermayeli, uluslararası bağlantıları var. Karmaşık ilişkilerin parçaları.
“Ben kabadayıları değil, kıyı kenar zıpçıktıları gördüm”
Role hazırlık aşamasında neler yaptınız? Ünlü kabadayılarla ilgili haberleri mi okudunuz?
Kabadayıların ortak özelliklerini yakalamak için kendi deneyimlerinden, gördüklerimden, okuduklarımdan yararlandım. Yönetmenimiz Ömer Vargı ile birlikte bazı kişilerle de görüştük.
Kimlerle?
Şimdi katiyen etkin olmayan ama vaktiyle bu işleri bilen, o alemi, o alemin raconlarını bilen insanlardan bilgi aldık.
Sizin geçmişinizde, mahallenizde, etrafınızda şahit olduğunuz bir kabadayı figürü var mıydı?
Ali Osman gibi biriyle karşılaşmadım fakat özentileri vardı etrafta. Kendi çaplarında serseriydiler. Kabadayının özelliklerine ulaşamayan kıyı kenar zıpçıktılarıydı.
İsmail Hacıoğlu
“Çekimler biter bitmez eve gidip rastalı saçlarımı tek tek yoldum”
Canlandırdığınız karakterin adı Murat. Murat nasıl bir genç?
22-23 yaşlarında. Baba olarak bildiği Sürmeli’nin aslında babası olmadığını, bir eşcinsel olduğunu 12 yaşında öğreniyor. Annesinden, babasının kim olduğunu öğrenmeye çalışıyor ama nafile. 16 yaşına kadar bunun mücadelesini veriyor.
Sonra canına tak ediyor. Annesini de hayatından çıkarıyor ve evi terk ediyor. “Bundan sonra tek tabanca takılacağım” diyor. DJ’lik yaptığı barda şarkı söyleyen Karaca’ya aşık oluyor. Karaca da ona. Ancak Karaca kokain bağımlısı. Mafya mensubu Devran’la tanışıklığı buradan geliyor. Devran da Karaca’ya deli gibi tutkun.
Filmdeki karakteriniz için fiziksel olarak da değiştiniz. Saçlarınıza rasta yaptırdınız. Buna tahammül etmekte zorlandınız mı?
Senaryoyu ilk okuduğumda Murat’ın tipini nasıl değiştirmeliyiz derdine düştüm. Dövmeler, aksesuvarlar, saç… Seyirci “Bu ne be Allah Allah” desin istedik. Rasta yaptırmak geldi aklımıza. Önce kaynakla, klipslerle saç eklendi. Altı-yedi saat sürdü bu işlem. Ama doğal durmadı. Bunun üzerine o rastalı saçlar kafama tığla örüldü.
1,5 ay o saçlarla yaşadım. Çok kötü bir duyguydu. Yıkanmak çok zordu. Çekimler biter bitmez ilk işim eve gidip o saçları kendi ellerimle yolmak oldu. Tüm o saçlardan kurtulup sonunda kafa derimi görmek mükemmel bir duyguydu. Ayrıca bana ve Aslı’ya (Tandoğan) airbrush tekniğiyle geçici dövme uygulandı. Sıcak havalar yüzünden dövmeler aktı, kostüme bulaştı. Tekrar tekrar yapıldı.
Şener Şen’le oynamak için genç nesilden her oyuncu can atıyordur. “Kabadayı”nın kadrosunda Şen’in yer alması teklifi kabul etmenizde ne kadar etkili oldu?
Şener abinin kadroda yer alması, hele de onun oğlunu oynayacak olmam teklife atlamama sebep oldu. Onunla karşılıklı oynayabilmek için yalvarmaya hazırdım.
“Karakterler için masa başı çalışması gerçekleştirdik”
Şener Şen’in oyunculuğunu çekimler boyunca gözlemleme şansınız vardı. Ondan ne öğrendiniz?
Şener abiyle aynı seti paylaşabilmek, aynı ekipte yer almak çok önemli. Oyunculuktaki yöntemleri, kendi oyununa eklediği şeyleri izlemek bana çok şey kattı. Oyunculuğun enerjisini 7 gün, 24 saat taşıyan biri Şener Şen. Onun bu enerjisinden, oyunculuğundan bir şey kapabildiysem kendimi şanslı sayarım.
Senaryoyu okuduktan sonra role nasıl hazırlandınız?
Senaryo için okuma provaları yaptık. Karakterlerin nasıl olması gerektiği konusunda masa başı çalışması gerçekleştirildi. Sete gittiğimizde her şeyi biliyorduk o karakter hakkında. Söylediklerini nasıl tonlamamız gerektiğini dahi…
Gerçekleşmeyi bekleyen projeleriniz var mı sırada?
Benim de rol aldığım “Sinekli Bakkal” dizisi önümüzdeki hafta yayına giriyor. O dizide de Uğur Polat vardı kadroda. Adını duyar duymaz hemen “Tamam” dedim. Dizide zengin ailenin iki erkek çocuğundan birini oynuyorum. Alkolle derdi var. Arıza bir tip.
Tarık Akan’ın yönetmenliğini yapacağı “Kara Toprak” adlı filmde oynayacaktım. Ama Kültür Bakanlığı bütçesini geri çektiği için film projesi yarıda kaldı. Yalan oldu. Umarım bir gün çekebiliriz o filmi.
“Şu ana kadar en az seyirci çeken filmimiz ‘Muhsin Bey’ oldu”
Filmin iyi gişe yapması ne kadar ilgilendiriyor sizi?
Filmin başarısı bana göre de, çok fazla seyircinin izlemesiyle ilgili. Film ne kadar çok kişiye ulaşıyorsa filmden kendinize düşen mutluluk payı artıyor. Çok izleyiciye ulaşmak hepimizin arzusudur. Ama bunun ters örnekleri de oldu. Mutlaka tüm sıralamalarda ilk 10’a giren “Muhsin Bey” vardır mesela. O zamanının gelmiş geçmiş en kötü işiydi. Bugüne kadar ondan daha az seyircili bir film yapmadık.
826 defa okundu.
Dönüşü Muhteşem Olacak
01 Aralık 2010 Yazan ssid
Kategori Genel, Röportajlar, Yazılar
Ayşe ARMAN aarman@hurriyet.com.tr 30 Mayıs 2004
Dönüşü muhteşem olacak
Bir tek adam için sevgilimi satabilirdim.
O da Şener Şen.
Nitekim öyle oldu.
Dünyanın öbür ucundan gelen sevgilim, bavullarıyla ortada kala kaldı. Ben ki onun her gidişinde -havaalanı şahidimdir- pasaport kontrolüne kadar geçirmezsem ya da her dönüşünde pasaport kontrolünde karşılamazsam vicdan azabı çekerim.
İçime bir eksiklik duygusu çöker. Uğurlamalar ve karşılamalar benim için önemlidir. Su dökeceksin ki arkasından, su gibi çabucak sana geri dönecek. Diyen kadın bakar mısınız…
Uzun süredir ortalıklarda görünmeyen, sesi soluğu çıkmayan Şener Şen röportajı kabul edince…
Ayıp ettim.
Sevgilim geldi, ben onu karşılamadan direkt röportaja gittim.
*
Buluşma yerimiz Cafe City.
Mustafa Oğuz’un Arnavutköy’deki mekanı. Yüreğimde yaradır, bunca kafe yazdım bu şehirde, burnumun dibindekini kendime sakladım. Hem sevgiliye hem kafeye bu kadar vicdan yeter! Biraz da işimize bakalım. O kafenin üst katında insanlar tatlı bir telaş içindeydi. Bir bahar akşamıydı rastlamıştım size…
Bir odada Yavuz Turgul, Meltem Cumbul, Mustafa Oğuz…
Diğer odada Şener Şen ve ben.
Bunca zaman sonra iyi geliyor insana.
*
İnsanı şaşırtan biri o.
Aslında kapalı biri o.
‘‘Egosu şişmiş, tavana vurmuş” denilen insanların tam tersi o.
Yani bu kadar büyük bir isim, bu kadar büyük bir reyting ama gel gör ki, adam mütevazı sözcüğünün simgesi gibi bir şey.
Arada ‘‘Acaba dalga mı geçiyor?” diye kendinden şüpheleniyor insan.
Ona bıraksan, yerin altına sokacak kendini. Hiç olmamış gibi. Hiçbir şey yapmamış gibi.
Yoo, o kadar da uzun boylu değil.
O her şeyin farkında…
Ama dışında…
Bütün bu sirkin, curcunanın, koşuşturmanın, starlığın, şöhretin, orada burada görünmenin, ‘‘Ne kadar çok haber olursam, o kadar fiyatım artar” anlayışından çok uzakta biri…
Çılgın kalabalık bir yana o bir yana.
Biraz da yaş almış, olgunluğun zirvesine varmış. Anlayacağınız, duru, berrak, sakin, yumuşak, kibar, insanı içine işleyen ama yeni bir şeyler öğrenme heyecanını asla kaybetmeyen bir Şener Şen vardı karşımda…
Gel de, bu adama hayran olma…
ŞUNU ÖĞRENDİM HAYATTA
Gözü dönmüş bir biçimde çok hırsla bir şeyi elde etmeye çalışırsan, ayağına dolanıyor. O senden uzaklaşıyor. Arsızlıktan, insanlıktan çıkma halinden söz ediyorum. Öyle ilerlersen hayatta ne kendine ne başkasına hayrın oluyor. Benim tek derdim, iyi bir projenin içinde yer almak. Bizim başarımızın altında içtenlik yatıyor. Gerçekten iyi iş istiyoruz. Bunun dışında bir hesabımız yok…
SIRALAMA ŞÖYLE:
İYİ SENARYO, İYİ YÖNETMEN, İYİ OYUNCU
Siz bir çete misiniz? Siz, Yavuz Turgul, Mustafa Oğuz ve Vargılar… İş yapmadığınız zaman da dipdibe mi yaşarsınız?
– Birlikte düşünme, birlikte üretme çete olmak demekse; evet biz çeteyiz. Pek çok olayda birlikte davrandığımız doğru. Bazen tatillere de birlikte gideriz. Mustafa’yla birlikte Tayland’a gittik mesela. Herkes çift çift gelmiş, biz iki adam birlikteyiz. Evlere şenlik bir görüntü. Mustafa açıklamak zorunda kaldı: ‘‘Ben prodüktörüm, o da benim oyuncum!” Neden sürekli bir arada olduğumuza gelince, pek çok sınav verdik birlikte ve bugünlere geldik. Mustafa’yla da 80’den beri tanışıyoruz. Yavuz’a da 75 yılında merhaba dedim. Neredeyse 30 yıl olmuş. Yavuz, Arzu Film’in yaratım ve senaryo, ben de oyuncu kadrosundaydım. Ertem abi’nin vefatına kadar bu böyle sürdü. Sonra ekip dağıldı. Fakat aynı düşünce yapısında olanlar birbirini yine buldu. Bizim dünya bakışımızda, sinema anlayışımızda ve hayatı kavrayışımızda köklü değişiklikler olsaydı bu dostluk bu kadar sürmezdi…
Hep aynı ekiple film yapmanızın sebebi, onlara duyduğunuz güven mi başkalarıyla iş yapmanın tedirginliği mi?
– Güven ve sadakat duygusu tabii ki var. Ama mesele dostluktan öte bir şey. Sinemayla ilgilenen herkesin ortak sorunu senaryodur. Hollywood için de böyle. Para pul bulursunuz, teknolojiyi satın alırsınız, dünyanın en iyi ekipmalarını da kurarsınız. Paranın gücünün yetmediği tek şey yaratımdır. Önce iyi senaryo olacak. Yavuz bu konuda ender örneklerden biri. Sıralama şudur: İyi senaryo, iyi yönetmen, iyi oyuncu. Çeteyiz diye bana en iyi senaryoyla gelen adamı ret mi edeyim? İyi proje gelsin de başkasıyla çalışayım diye uğraştım. E gelmedi…
Sizin kadar iyi bir oyuncu nasıl kendini üçüncü sıraya atabilir!
– Ama öyle. Dünyanın en iyi oyuncusu bile olsan bu böyle. Kendini parçalasan da bu gerçek değişmez. Bunu göremiyorsan, her an başarısızlık gelebilir. Çünkü kendinde olağanüstü şeyler vehmetmeye başlarsın. Hoş geldin iniş ve çöküş…
İYİ BİR KOCA OLAMADIM
İyi koca mıyım? Evlilikleri beceremediğime göre değilim. Bu sınavlardan pek yüzümün akıyla çıktığımı söyleyemem. İyi koca nasıl olur onu da bilmiyorum. Ben iyi bir insan olma çabası içindeyim. İyi bir oyuncu olup olmadığıma gelince, onu da bilmiyorum. Tek bildiğim, oyunculuğun beni heyecanlandırdığı…
HİÇBİR ORGANIMIN ÇALIŞTIĞINI HİSSETMEMEM BENİ MUTLU EDER
Siz nelerin peşinde koşarsınız? Sizi ne mutlu eder?
– Basit şeyler. Mesela hiçbir organımın çalıştığını hissetmemem…
O ne demek?
– Her şey uyum içindeyse, hiçbir şey hissetmezsin. Nasıl yürüdüğünü, nasıl nefes aldığını bilmezsin. Ne zaman bir organın sana sesini duyurur, ‘‘Burada ben varım” der, işte o zaman başın belaya girer. Her şeyin ben farkında olmadan uyum içinde olması beni mutlu eder…
BANA NE DE NİRO’DAN
Bir oyuncu, hele sizin kadar iyi bir oyuncu kendini normal insanlardan daha mı iyi saklar?
– Yok. Ben bunu beceremem. Belli olur. Yakınlarım hemen hisseder.
Sizin sırrınız ne?
– İçten olduğumu söyleyebilirim. Ve bu topraklara ait bir sentezim. Hani bazı yönetmenler vardır, belli yerlere geldikten sonra Tarkovski olmak isterler. Oyuncuysa da De Niro. Ben buraya aitim. Züğürt Ağa’yı oynayan adamım. Bana ne De Niro’dan ve oynadığı rollerden. Ben Şener’im ve Şener olarak kalmak istiyorum…
Bu yeni film nedir? Bizi hangi damarımızdan yakalayacaksınız? Nasıl öldürmeyi düşünüyorsunuz: Ağlatacak mısınız, güldürecek misiniz?
– Bu çok basit bir hikaye gibi görünüyor. Yaşamın kendisi kadar basit, sarsıcı, komik ve duyarlı. Yüreğimizi sallayan olaylar var. Yaşamın kendisi kadar…
İnternetten alıntıdır.
336 defa okundu.